Article Title [Persian]
Keywords [Persian]
Giriş
Eğitim, çok boyutlu ve bütünlüklü bir süreçtir. Dolayısıyla bu süreçte insan varlığının bütün boyutları, bütün doğal-fıtrî güç, yeti ve yetenekleri göz önünde bulundurulmalı ve hepsini kuşatacak bir eğitim, gelişim ve yönlendirme programı hazırlanmalıdır. Bu cümleden, eğitim sahasının en önemli alanlarından biri olan cinsel eğitim de ciddiyetle ele alınmalı, cinsel içgüdünün kontrol, tatmin ve yönlendirilmesi için gerekli olan bilgi ve metotlar reel ve objektif bir zeminde ortaya konulmalıdır. Bu itibarla, gözlemlendiği kadarıyla eğitim süreci, cinsel eğitim göz ardı edildiği zaman eksik ve işlevsiz kalmaktadır. Özellikle cinsel eğitimin çıkış kaynağı ve ana teması olan cinsel içgüdü, kendine özgü gereksinimleriyle birlikte insanın en hayatî ve en güçlü eğilimlerinden biri ve erkek kadın ilişkisinin en temel faktörüdür. Bu faktör, insan kişiliğinin en önemli niteliklerinden birini şekillendirir ve insan hayatının bütün boyutlarını, söz, söylem ve bütün davranışlarını etkiler. İnsanın hem bireysel nitelikleri hem toplumsal kişiliğinin şekillenmesi hem de fikirsel ve dilsel gelişiminde çok önemli bir rol oynar. Ayrıca birçok toplumsal kurum ve yapının da zeminini oluşturur.
Dolayısıyla cinsel içgüdünün bu rolünün doğru ve gerçekçi bir gözle incelenmesi ve bu ihtiyacın kontrol, tatmin ve yönlendirilmesi insanın bireysel gelişim ve mutluluğu için önemli bir etken ve insanlık toplumunun manevî kalkınma ve ilerleyişi için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Fakat bu içgüdü karşısında yanlış bir tutum, bu yönde bir ifrat ve cinsel özgürlük ya da tefrit ve baskıcı yaklaşım hiç kuşkusuz insanın huzur ve sükûnetini altüst ettiği gibi kemâl ve saadet yolundaki ilerleyişi önünde de aşılmaz bir engel oluşturur. Ayrıca insanlık toplumunun da büyük problemlerle yüz yüze gelmesine sebep olur.
Elbette içinde bulunduğumuz çağda cinsel eğitim konusu, fevkalade önemlidir. Zira özellikle son yarım yüzyılda maddî uygarlık ve teknolojideki gelişmeler, küresel iletişim araçlarının yaygınlaşması, sosyal medya ağlarının gelişimi, cinselliği kışkırtan araç-gereçlerin çoğalması ve tüm bunların seküler eğitim-öğretim kurumları vasıtasıyla ve feminist yaklaşımların yönlendirilmesiyle bir tür sosyal egemenlik kazanmasından dolayı toplumsal hayat ciddî tehlikelerle yüz yüze gelmekte ve bu gidişat günbegün daha bir hız kazanmaktadır. Diğer taraftan emperyalist dünya, İslam düşmanlığı ve kültürel saldırı doğrultusunda genç nesilleri yoldan çıkarmak için cinsel eğitim sahasına eğilmiş ve cinsel sapıklıkları yaygınlaştırma gayesine odaklanmış bulunmaktadır.
Bu itibarla, Müslüman eğitimcilerin İslam ve Müslüman düşünürlerin cinsel eğitim meselesine dair görüşlerini incelemeli, cinsel hayatın temel ilkeleri ve davranışsal normlarını izah etmeli ve toplumun; özellikle de genç nesillerin cinselliğe dair bilimsel ve ahlâkî problemlerine çözüm sunmalıdırlar. Biz bu gayeyle Feyz-i Kâşânî’nin ahlâk, eğitim, fıkıh, tefsir ve hadis ilimleriyle ilgili eserlerini inceleyerek onun cinsel eğitime dair görüşlerini derlemeye çalıştık. Malum olsa gerektir ki Feyz’in cinsel eğitime dair görüşleri, ortak kaynaklardan beslenmiş olması sebebiyle diğer Müslüman düşünürlerin görüşleriyle birçok ortak özellik taşımaktadır.
1. Cinsel Eğitimin Teorik Temelleri ve Terminolojisi
Cinsel Eğitimin Tanımı
Cinsel eğitimden maksat, cinsellik öğrenimi, cinselliğe dair malumat ya da cinsel içgüdüyü takviye edip zirveye ulaştırmak değildir. Evet, tıpla ilgili bazı kitaplarda cinsel eğitimin konusu cinselliğe dair malumat, cinsel ilişki mekanizması, cinsel problemler ve benzeri konular ‘cinsel eğitim’ başlığı altında incelenmektedir. Fakat eğitim bilimleri, psikoloji ve din bilginleri, cinsel eğitimi daha geniş bir çerçevede mütalaa etmişlerdir. Bu iddianın kanıtı, söz konusu bilginlerin cinsel eğitimle ilgili eserlerindeki açıklamalarıdır. Biz de burada bu açıklamaları aktarma ve bir araya getirmenin yanı sıra cinsel eğitimin mahiyetini ortaya koyup en nihayet bu olguyu tanımlamaya çalışacağız.
Maurice Debesse, ‘Eğitim Süreçleri’ isimli kitabında cinsel eğitimle ilgili şöyle der:
“Ergenlik ve gençlik dönemi, biyolojik açıdan cinsel duyguların uyandığı bir dönem olup psikolojik açıdan oldukça karmaşık özelliklere sahiptir. Bu sebeple, bu dönem hem eğitmenler hem de öğrenciler açısından endişe verici bir dönemdir. Bu özellikleri göz önünde bulundurarak ilk önce ergenlik yaşındaki çocuklara bu fırtınalı dönemi rahat bir şekilde aşabilmeleri için yardımcı olmak gerekir. Dolayısıyla bu yaşların, anlamsız ve sonuçsuz problemler ve riskli deneyimlerle geçip gitmesine izin verilmemelidir. Bu itibarla her bir öğrencinin bilinçli, tecrübeli ve güvenebileceği bir öğretmen yahut eğitmenle yakın bir temas içerisinde olması ve cinsel eğitim konusunda yardımına başvurması gerekir. Bu zorunluluk, ergenlik dönemindeki değişim sürecinin cinsel eğitimi gerektirmesi dolayısıyladır. Elbette bu hususta yalnızca tıp, biyoloji ve toplumbilimle ilgili malumata sahip olmak yeterli değildir. Zira tıbbî ve biyolojik malumat sırf anatomik değişikliklerle ilgilenir. Sosyolojik veriler ise sırf eğitim aşamalarını önemser. Bu yüzden bir ergenin, bedensel ve toplumsal zemindeki karşılıklı etki-tepki ilişkisinin sonuçlarıyla ilgili algısı ve bu algının yarattığı değişim ciddi bir incelemeyi gerektirmektedir. Bir eğitmenin vazifesi, bu iki baskı faktörünü dengeleyebilmektir. Ancak bu yolla bir ergenin kişiliğinin gelişim sürecine katkıda bulunulabilir.”[1]
Bu açıklamadan sonra cinsel eğitim teriminin tanımı bir yere kadar tanımlanmış ve konum ve gereksinimleri anlaşılmış sayılır.
Bu alanla ilgili, Müslüman bir düşünür, cinsel eğitimi fıkıh ve ahlâk bağlamında ele almış ve bu konuyu ergenlik hükümleri, evlilik ahkâmı ve cinsel ahlâk gibi konularla sınırlı tutmuştur:
“Cinsel eğitimin gayesi şudur: Bir çocuğu öyle bir şekilde eğitmeliyiz ki ergenlik çağına geldiğinde cinsel konularla ilgili helal ve haramları bilsin, evlilik ve hayat arkadaşlığının sorumluluklarını tanısın, laubali davranışlardan sakınsın, İslamî iffetin yol ve yordamını ahlâkî bir düstur edinsin ve şehvet vadilerinde başıboş dolaşıp durmasın. Örneğin yedi ila on yaşları arasında anne babanın yanına giderken izin alma âdâbı ve bakma ile ilgili hükümler öğretilmelidir. On ila on dört yaş arası, onu cinsel tahrik unsurlarından uzaklaştırmalı ve on dört yaşından sonra ergenlik hükümleri ve aşamalı olarak da evlilik ve iffetle ilgili meselelerle tanıştırmalıyız.”[2]
Feyz, el-Hakayık kitabında, cinsel eğitimin zorunluluğunu izah eder ve bu doğrultuda şu tanıma ulaşır:
“Şehvet ve cinsel eğilim, cinsel haz ve neslin bekası için insanoğluna bahşedilmiştir. Fakat hiç kuşkusuz bu güçlü ve azgın eğilim, dengelenme ve yönlendirilmeye gereksinim duyar. Zira kontrol edilmediği zaman, ifrat ya da tefrite kayar, itidalden uzaklaşır ve insanoğlunun hem din hem de dünyasını altüst eder. Çünkü ifrata kaçtığı zaman üç tehlikeli sonuca yol açar: Birincisi, cinsel içgüdü akla galip gelir ve onu esir eder. Bu durumda heves ve şehveti tatmin etmek, kişinin yaşamının en temel gayesi olur ve onu saadet ve kemâl yolundan alıkoyar. İkinci tehlike, cinsel eğilimin din ve dindarlığı ayaklar altına almasıdır ki bu durumda şehvetperest bir insan için helal ve haramlar anlamsızlaşır ve gitgide cinsel sapıklığa doğru evrilir. Kontrol altına alınmamış cinsel eğilimin üçüncü tehlikesi ise şehvet düşkünlüğüdür. Yani, cinsel şehvet bir insanı hayvansal aşka yönelmeye sevk edebilir. Bu durumda ise hem akıl hem de dinden tamamen uzaklaşır ve şehvetin kölesi durumuna düşer. Dolayısıyla cinsel şehvet ifrata kaçtığı zaman kesin olarak insanı düşüşe sevk eder. Tabi ki ifrat ne kadar tehlikeliyse tefrit de bir sorun kaynağıdır ve insanı davranış bozukluğu, anormal bir yaşam, bedensel ve ruhsal hastalıklara sürükler. Sonuçta cinsel güdülerin tatmini, yönlendirme ve dengelenmeye muhtaç olup ifrat ve tefritten uzak, makul ve meşru kolaylaştırma yollarıyla temin edilmelidir.”[3]
Başka bir yerde yine şöyle der:
“Cinsel iffet ve eğitim hususunda en büyük örnek Hz. Yusuf’tur. O, cinsel eğilimlerini kontrol altında tutmak ve cinsel sapkınlık ve anormalliklerden kaçınmak isteyen herkesin imamıdır.”[4]
Buraya kadar anlatılanlardan şu sonuca ulaşabiliriz ki cinsel eğitim, sadece cinsel öğretim ya da cinsellikle ilgili malumatın aktarılması yahut cinsel güdüleri zirveye çıkaracak yöntemlerden ibaret değildir. Demek ki cinsel eğitimi “cinsellikle ilgili bilgiler ya da cinsel içgüdüyü geliştirecek yöntemleri öğretmek” şeklinde tanımlayamayız. Cinsel eğitim, cinsel ahlâk ekseninde şekillenen bir süreçtir. Dolayısıyla cinsel eğitim, bir öğrenciyi cinsel güdülerini tatmin, yönlendirme ve dengelemeye dönük bilgiler ve en uygun zemin ve konumu yaratmaya dönük yöntemlerle tanıştırmaktan ibaret olup onun sosyal, kültürel ve ahlâkî kişiliğinin gelişim zeminini temin edip cinsel sapmalar karşısında korunaklı kılmak ve dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak gayesiyle verilen eğitimdir.
Cinsel Eğitime Özgü Temeller
Daha önce Feyz’in bakış açısıyla eğitimin en genel ilke ve esaslarını ele aldık ve tekrarlamayı gerekli görmüyoruz. Burada, sadece cinsel eğitimin kendi özgü temel ve ilkeleri özetle ele alacağız. Bu doğrultuda cinsel içgüdünün mahiyeti, işlevleri, evliliğin kutsallığı, bekârlığın kötülüğü ve cinsel hazzın yeri meselelerini ele alacağız.
1. Cinsel İçgüdü İlahî Bir Nimettir
Kadın ve erkekler arasında, insanoğlunun gelişim sürecinin belirli bir aşamasında birtakım fiziksel değişimlerle ortaya çıkan doğal ilgi, cinsel içgüdü diye isimlendirilir. İnsanoğlunda, dahası bütün canlılarda var olan bu ilgi, ispatlanmayı gerektirmeyecek kadar aşikârdır. Feyz’e göre, işte bu içgüdü ilâhî bir vergi ve nimettir.O, şöyle der:
“Kadın ve erkeğin birbirlerine karşı doğal ilgisi, ilâhî bir ayet ve nimet olup insan türünün beka sebebi ve bir haz vesilesidir.[5] Bu içsel eğilim, hiçbir şekilde çirkin ve kötü değildir ve asla olumsuz bir yönü yoktur. Bilakis bu eğilimin doğru ve meşru bir şekilde tatmin edilmesi zarûrîdir. Dolayısıyla evlilik bağı, ilâhî ferman doğrultusunda övgüye şayan ve arzulanan bir ilişki olup söz konusu ilgi ve alakanın tatmini, yönlendirilmesi ve kontrol edilmesi doğrultusunda şekillenen bir kurumdur.”[6]
Kur’an-ı Kerim açısından erkek ve kadının birbirlerine ilgi duyması, Allah’ın rahmet ve sevgi temeli üzerine tesis ettiği en kutsi olgulardan biridir. Zira bu sayede erkek ve kadının huzur ve sükûneti evlilik ilişkisine bağlanmıştır.
“İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, onun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen millet için dersler vardır.”[7]
Malumdur ki sevgi, rahmet, muhabbet ve hayatın güzelleşmesine ve insan türünün bekasına sebep olan bir eğilim, insanın kişiliğinin şekillenmesinde çok önemli bir rol oynar. Dolayısıyla asla olumsuz bir olgu olarak görülemez ve bu konuya dair konuşmak çirkin addedilemez. Bunun kanıtlarından biri de Kur’an-ı Kerim’in cinsel konulara dair izahatta bulunması, cinsel ilişki, tenasül uzuvları, cinsel sapıklık, ihtilam, meni, rahim, doğum, hayız ve nifas ve benzeri konuları ele almasıdır.[8]
İslam’a göre kadın ve erkeğin birbirlerine ilgi duyması, doğal ve fıtrî bir eğilim olup yaratılış düzeninin bir gereğidir. Yani, kesinlikle sosyal hayatın doğurduğu ve sosyal davranış ve törelerin bir gereği değildir. Hatta eğer sosyal hayata eğilimin fıtrî ve doğal bir eğilim olup olmadığı kuşku götürecek olsa dahi kadın ve erkek arasındaki karşılıklı eğilimin fıtrî ve doğal olduğu asla kuşku götürmez. İşte bu sebepledir ki kadın ve erkek özel tenasül uzuvlarına sahiptirler. Feyz, bu hususta şöyle der:
“Kur’an-ı Kerim, erkek ve kadının birbirlerine ilgisini, insanoğlunun yapısının bir gereği, ilk ve en güzel dünyevî ziynet diye görür: Şehvete (özellikle) kadınlara düşkünlük insanlara çekici kılındı.[9] Bu ayette şehvet kavramı kullanılmıştır. Bu kavram şiddetli arzu anlamına geldiğine göre insanoğlunda, kadın ve çocuk sevgisi çok şiddetlidir diyebiliriz.”[10]
Sonuç itibarıyla İslam ve Müslüman düşünürler açısından, cinsel içgüdü ilâhî bir vergi, doğal ve fıtrî bir olgu olarak görülmüş kadın ve erkeğin karşılıklı ilgisi, içinde hiçbir kötülük ve ayıp barındırmayan güzel ve kutsi bir iş olarak değerlendirilmiştir. Şimdi artık bu bakış açısını, cinsel ilgi ve eğilimi zatı itibarıyla ayıp ve çirkin bir iş ve cinsel ilişkiyi insanın düşüklük ve alçalış sebebi gören bakış açısıyla karşılaştırabilirsiniz. Hakikaten bazı bilge insanların insan varlığının bir boyutuyla ilgili bu bakışa sahip olmaları şaşılası bir durumdur. Peki, cinsel arzu ve tenasül uzuvları insan varlığının bir parçası değil midir? Acaba bu bakış açısı, erkek ve kadınların psikolojilerini altüst etmez mi? Peki, Batı dünyasının geçmişte sahip olduğu bu baştan aşağı kusurlu bakış açısının, günümüz dünyasında Batılı toplumların ölçüsüz bir cinsel özgürlüğe sürüklediğini, hayâ, utanma, iffet, hamiyet, namus, örtünme gibi değerleri tartışmaya açtığını ve toplu seks, ensest ilişki, eşcinsellik vs. türlü sapıklıkların normal karşılanmasına sebep olduğunu biliyor muydunuz? Tam bir buhrana yol açan bu problem, hatta bazı psikanalizcileri insanın bütün kişiliğini cinselliğe indirgeyecek bir düzeye kadar sürüklemiştir. Bu teoriye göre cinsel içgüdüler, insanoğlunun bütün davranışlarının asıl etkenidir ve insanın bütün yeti ve yetenekleri cinselliğin bir türevidir. Demek oluyor ki insan, huzur ve saadet istiyorsa eğer cinselliğini mutlak bir özgürlük içinde yaşamalıdır. Oysaki bu içgüdünün bastırılıp sınırlandırılması nasıl insanın hem ruhsal hem de bedensel sağlığını tehdit ediyorsa, sınırsız cinsel özgürlük insanın akıl sağlığını dahi tehdit etmektedir.
Bununla beraber , Feyz’e göre cinsel eğitimin ana esaslarından biri, cinsel içgüdünün Allah’ın bir ayeti ve vergisi olduğu hakikatidir. Bu içgüdü illaki doyurulmalıdır. Onu silip atmak yahut özgür bırakmak, olumsuz sonuçlara yol açar. Demek ki bu içgüdü dengelenmelidir. Zira bu ilâhî armağanı görmezlikten gelmek, bu tehlikeli tecrübeye yaşayanların tanıklığıyla cehennem ateşinden dahi daha yakıcıdır ve hem ruh hem de bedeni yakıp yok eder. Aynı şekilde sınırsızca özgür bırakmak da hem birey hem de toplum için bir düşüş ve alçalma sebebidir. Dolayısıyla cinsel eğitimin ilke ve hedefleri mütalaa edilirken bu husus dikkat-i nazara alınmalı ve itidal –ifrat ya da tefrit değil- her daim gözetilmelidir.
2. Cinsel İçgüdünün Aşamalı Gelişim Süreci
Hiç kuşkusuz cinsel eğilim, insanın doğduğu ilk günden itibaren onunla birliktedir ve aşama aşama fizyolojik, psikolojik, iklimsel şartlar; ailevî, sosyal, kültürel ve çevresel etkiler ve benzeri faktörlere göre bir gelişim seyri takip eder. Bilimsel ve tecrübî verilerin gösterdiği kadarıyla cinsel içgüdünün gelişim süreci altı aşamada şekillenir. Biz Feyz’in konuya dair görüşünü ele almadan önce, giriş babından ilkin bu altı aşamayı aktaracağız:
1- Gizlilik Aşaması: Cinsel eğilim, on yaşına kadar gizlilik sürecini yaşar. Bu süreçte, bu eğilimin bazı belirtileri bazı çocuklarda ortaya çıkar. Elbette çocukların cinsel tahrik faktörlerinden uzak tutuldukları ortamlarda bu belirtiler en alt seviyeye kadar düşer.
2- Cinsel Hazırlık Aşaması: Çocuklar on ila on üç yaş arası, cinsel hazırlık sürecini yaşarlar. Bu sebeple de bu aşama çok özel bir öneme sahiptir ve bu yaştaki çocuklar cinsel tahrik ortamlarından tamamen uzak tutulmalı ve davranışları yönlendirilmelidir.
3- Ergenlik Aşaması: Bir insanın cinsel aktivitesi ortalama on üç yaşında ve bazı biyolojik değişimlerle birlikte başlar. Ergenlik çağıyla birlikte kız ve erkek çocuklar arasındaki fark tamamen belirginleşir. Bu dönemde ergenler, fizyolojik değişimlerin yanı sıra, ruhsal açıdan da yeni bir vaziyet kazanırlar.
4- Coşku ve Şiddet Aşaması: Yirmi yaştan otuz beş yaşına kadar cinsel içgüdünün zirvede olduğu; dahası, bentlerini yıkıp taşacak bir coşku yaşadığı aşamadır.
5- İtidal Aşaması: Cinsel içgüdü otuz beş yaştan elli yaşına kadar göreceli bir itidal ve dengeye kavuşur. Elbette çağdaş dünyanın sosyal, ekonomik, kültürel ve teknolojik açıdan yaşadığı hayret verici değişiklikler bu denge ve itidali büyük ölçüde sarsmıştır.
6- Düşüş Aşaması: İnsanoğlunun güç ve yetenekleri elli yaşından sonra iniş ve düşüş sürecine girer. Demek ki nasıl görme ve işitme yetileri zayıflamaya başlıyor, kasları; özellikle de sırt ve bacak arkalarındaki kasları gitgide güçsüzleşiyor ve parmaklarının hareketi yavaşlıyor ve el becerileri azalıyor ve boyu gitgide kısalıyorsa, cinsel arzuları da azalmaya başlar. Bu aşamada kadın ve erkeklerin cinsel iktidarsızlıktan şikâyetçi olmaları pek muhtemeldir.
Feyz-i Kâşânî, yer yer cinsel içgüdünün tedrîcî gelişim seyri ve güç ve zayıflık aşamalarına değinir. Bu yerlerden biri, Gazzâlî’nin gençlere seyr-u sülûkun ilk aşamalarında evlilikten uzak durmayı salık verdiği ve evliliği ahlâkî ve irfânî seyr-u sülûk için bir engel addettiği[11] konuyu işlediği yerdir. Feyz, Gazzâlî’ye cevaben der ki:
“Bütün insanlar, evliliğe ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyaç, sülûkun başlangıç aşamasına denk gelen gençlik yıllarında, sonraki aşamalara göre daha şiddetlidir. Bu sebeple, sâlikin geçici nikâh yapması gerekir.”[12]
Bu cevapta iki nükteye dikkat çekilmektedir: 1. Bütün insanlar; sâlikler dahi evliliğe ihtiyaç duyarlar. 2. Cinsel içgüdünün coşku ve şiddet, itidal ve düşüş aşamaları vardır.
3. Cinsel İçgüdünün Gücü ve İnsanın Zayıflığı
Daha önce de açıklandığı üzere, cinsel içgüdü, çok güçlü bir motivasyon kaynağı ve çok boyutlu gereksinimleri olan bir içgüdüdür. Bu içgüdü, insan hayatında belirleyici bir role sahiptir ve sınırlarını aşıp tuğyan ettiği zaman, gelişim ve kemâl yolunu tıkar ve insan hayatını ciddi problemlerle altüst eder. Dikkate şayan husus şu ki Kur’an-ı Kerim’de insanın zayıflığına vurguda bulunulan bağlam, cinsel içgüdünün ele alındığı bağlamdır. Aile, ailevî ilişkiler, mahremler, cinsel içgüdüyü tatmin yolu ve cinsel sapmalardan söz edilen Nisa Suresi’nin 19. ayetinin devamındaki ayetlerin hemen akabinde iki ayet-i şerife daha yer alır. Bu ayetle cinsel içgüdünün mahiyetini gözler önüne sermektedir:
1. “Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa girmenizi isterler.”[13]
2. “İnsan zaten zayıf olarak yaratılmıştır.”[14]
Bu ayetlerin anlamı şudur: İnsan cinsel içgüdü karşısında zayıftır ve bu eğilim karşısında direnecek bir güce sahip değildir. Zira cinsel arzular, insana galip geldiği zaman, onun cismini, canını, ruh ve kalbini kendi kontrolü altına alır, cinsel arzuların gereksinimleri doğrultusunda sürüklemeye başlar ve en nihayet fikir, zikir, dua, ibadet ve sâlih amellerden büsbütün alıkoyar.
Feyz, cinsel içgüdünün gücü ile ilgili şöyle der:
“İbn Abbas, Katade ve İkrime gibi İslam’ın ilk dönem müfessirleri “Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma”[15] ve “İnsan zaten zayıf olarak yaratılmıştır”[16] ayrıca “Bastırdığı zaman karanlığın şerrinden”[17] ayetlerinin cinsel içgüdünün gücüne matuf olduğunu söylemişlerdir. İbn Abbas, açıkça şöyle der: İçsel arınma, evlilik olmaksızın eksik kalır ve hiç kuşkusuz sonuçsuz kalır.”[18]
4. Bekârlığın Kötü Oluşu
Feyz’e göre bekârlık, kötü ve çirkin; evlilik ise kutsal ve mübarek bir olgudur. O, el-Vâfi kitabında ‘Bekârlığın Çirkinliği’, ‘İnzivaya Çekilme ve Evlilikten Yüz Çevirmenin Kötülüğü’ ve ‘Evliliğin Kutsallığı’[19] diye farklı başlıklar altında bu konuyu ele almış ve bu çerçevede Masum İmamlardan (a.s) birçok rivayet nakletmiştir. Bu cümleden Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurur:
“Cehennem ehlinin çoğunluğu bekârlardır.”[20]
Feyz-i Kâşânî, evliliğin kutsallığı ve mübarekliği ile ilgili de birçok rivayet nakleder: Bu cümleden “Allah Resulü’nün (s.a.a) buyurduğu üzere evlilik, “İnsanlık toplumunda tesis olunmuş en güzel ve en değerli kurumdur.”[21] “Allah’a imandan sonra bir insanın sahip olduğu en büyük sermayedir.”[22] “Evlenen bir insan dininin yarısını muhafaza etmiştir. Diğer yarısı içinse takvaya yönelmelidir.”[23] Hz. İmam Sâdık (a.s) buyurur ki: “Bekâr biri için evlenme imkânı sağlayan bir insana Allah, kıyamet günü rahmet gözüyle bakar.”[24] “Evlilik akdi için bir merasim düzenlendiğinde göklerin kapıları açılır ve ilâhî bereketler nâzil olur.”[25] Allah Resulü (s.a.a) genel bir yasa hükmündeki şu hadiste şöyle buyurur: “Evlilik, benim sünnetimdir. Her kim yüz çevirirse benden değildir.”[26] Bu buyruk, evliliğin insan kişiliğinin gelişimde asli bir rol oynadığını apaçık ifade etmektedir.
Şimdi, bu rivayetler göz önünde bulundurularak şu sorunun cevabı verilmelidir: Dinî açıdan evliliğin kutsal; ama bekârlığın çirkin görülmesinin sebebi nedir? Bu soruyu, Feyz’in eserlerinden yola çıkarak şöyle cevaplayabiliriz:
Bir: Evlilik, insanın yaratılışının bir gereğidir ve insanın fıtrî ihtiyaçlarıyla tam bir uyum içerisindedir. Başka bir tabirle, hakîm olan Rabbimiz erkek ve kadını birbirlerine ilgi duyacak bir kıvamda yaratmıştır ve insanoğlu bu sebeple evliliğe yönelir. Lâkin bekârlık, insanın özgün yaratılışı, fıtratı, bedensel yapısı, fiziksel donanımı ve psikolojik yetileriyle bağdaşmaz.[27]
İki: Hakîm olan Rabbimiz, insan neslinin bekası için bir düzen yaratmış ve doğrultuda erkek ve kadının hem beden hem de ruhlarını özel yeti, araç ve gereçlerle donatmıştır. Bu itibarla, evlenen bir insan bu ilâhî düzene uymuş sayılır. Lâkin bekâr kalan bir insan, bu düzene sırt çevirmiş sayılır.[28]
Üç: Evlilik, dinî açıdan bir korunma ve günahtan kaçınma vesilesidir. Zira cinsel içgüdü, asi ve serkeştir. Meşru yollarla tatmin olunmadığı zaman, harama yönelir, fesat, fitne ve çirkinlik kaynağı olur.[29]
Dört: Cinsel içgüdünün helal ve meşru yolarla tatmini, ruhsal ve bedensel sağlık ve insanî kişiliğin gelişimde çok önemli bir rol oynar. Tam tersine, bu içgüdü tatmin edilmeyi bastırıldığı zaman, ruhsal ve fiziksel hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olur.[30]
Zekeriya Râzî şöyle der:
“Cinsel içgüdündün doyurulmaması, sebepsiz üzüntülere, halüsinasyonlara ve aşağılık düşüncelere yol açar. İbn Sînâ şu tavsiyede bulunur: Üç şey asla ihmal edilmemelidir: Beslenme, yürüme ve meşru cinsel ilişki. Aynı şekilde bilginlerin çoğu şu görüştedir: Cinsel içgüdü doyurulmadığı zaman, vesvese, bunalım, ahlâksızlık ve ümitsizliğin yanı sıra böbrek, mide ve sair organlarda birçok hastalığa sebep olur.”[31]
Cinsel Eğitimin Hedefleri
Cinsel eğitimin gayesi, cinsel içgüdülerin yok edilip bastırılması yahut cinsel bünyenin değiştirilip başka bir şeye dönüştürülmesi değildir. Bilakis gaye, cinsel ihtiyaçların karşılanması ve bu eğilim doğru bir şekilde yönlendirilip dengelenerek birey ve toplumun sağlık ve saadetinin teminidir. Yine bu doğrultuda nesiller arası bağın korunması ve sağlıklı nesiller yetiştirmek için zemin oluşturmaktır. Buradan hareketle şöyle söyleyebiliriz: Cinsel eğitimin en genel ve nihai gayesi, en genel anlamıyla eğitim olgusunun gayelerinden farklı değildir. Fakat orta ölçekli ve detaylara dair gayeleri açıklanmaya muhtaçtır. Bu itibarla, cinsel eğitime özgü bazı hedefleri şöyle sıralaya biliriz:
1. Cinsel içgüdünün dengeli bir şekilde tatmini.
2. Kemâl ve tekâmül vesilesi.
3. Bekâ ve neslin korunması.
4. Hayatın huzur ve sükûneti.
5. Sağlıklı bir toplum tesis etmek.
2. Cinsel Öğrenim
Günümüzde insanlar, özellikle de gençlerin cinsel konularla ilgili bilgilendirilmeleri, geçmişe göre daha elzem bir hal almış bulunmaktadır. Zira bütün dünya sathında cinselliği tahrik eden araçlar günbegün çoğalmakta, kitle iletişim araçları vasıtasıyla bu konuya dair malumat herkesin erişimine açık olup güven duyulamayacak odaklar eliyle yaygınlaştırılmakta ve ergenlik çağıyla evlilik arasındaki fasıla her gün biraz daha artmaktadır. Bu sebeple, İslamî öğretiler ve Müslüman düşünürlerin yorumlarından faydalanarak gerekli bilgi, malumat ve uyarılar aşamalı bir şekilde ergenler ve gençlerin kulağına ulaştırılmalıdır. Böylece umulur ki cinsel güdülerin uyanma ve tuğyan çağı olan yaşlardaki gençlerimiz bu buhranlı dönemi selametle atlatabilirler.
İslam dini, semavî dinler içerisindeki en mükemmel, en kuşatıcı ve en son olanıdır. Bu din, insanoğlunun varlığının bütün boyutlarını göz önünde bulundurarak bütün yaşam alanları ve hayatın büyük küçük bütün problemlerini çözebilecek ve insanın gelişim ve tekâmülünü temin edecek sistematik, hikmete dayalı ve çok boyutlu bir program öngörmüştür. Örneğin ergenlik, ihtilam, hayız, kadının kocasının arzularını karşılaması, cinsel münasebet, bu münasebetin zaman ve mekânsal şartları ve cinsel hayatı düzenlemeye dönük tavsiyeler içerir. Bu doğrultuda kadın, erkek, ergen, genç bütün sınıfların cinsel eğitiminin ilke ve kurallarını belirlemiştir.
Hatırlatılması gereken en önemli nüktelerden biri şudur: İslam dininde bu öğrenimin metodu, konuya dair malumatın dile getiriliş şekli ve bilgilendirme yöntemleri kendine özgü özellikler taşır:
1- Bu öğrenimin içeriği ve dile getiriliş metodu, en doğru yola hidayete gayesi taşımanın yanı sıra insanın saygınlık ve edebine uygun bir mahiyet taşır. Dolayısıyla kötü örnek olacak tabirlerden arı ve sağlıksız ve gayri meşru cinselliğe yönlendirmeyecek bir niteliktedir. Bu yüzden, ana-baba ve öğretmenlerin bu konuda hikmet, zarafet ve nezaketi unutmamaları, İslam’ın edep dairesini muhafaza etmeleri ve değerlere bağlı kalarak utanma, hayâ ve iffet duygularını göz önünde bulundurmaları gerekir. Örneğin ilâhî ayetleri yorumlarken ve yaratılış âleminin güzellik ve azametini beyan ederken cinselliğe de değinilebilir. Ayrıca cinsel konular, fıkhî hükümler ve helal-haramların izahı esnasında da dile getirilebilir. Bu arada sadece cinsel konuların doğrudan izahı ile yetinilmemeli kinaye ve dolaylı anlatım metotlarına da başvurulmalıdır. Tabi ki kızların bu konudaki eğitimini anneler ve erkek çocuklarınkini de babalar üstlenmelidir. Elbette eğer aile ve yakınlar içerisinde şuurlu ve sorumluluk bilinci yüksek insanlar varsa, cinsel konuların izahı için onlardan da yardım alınabilir. Bazı hassas sınırların çiğnendiğine dair bir algı oluştuğundaysa, hemen anında başka bir yol aranmalıdır. Örneğin Masumların (a.s) siyerini ve sünnetlerini okuyarak bu tür konulara da ışık tutulabilir. Ayrıca sürekli olumsuz cinsel davranışların tehlike ve zararları dile getirilmeli ancak cinsel eğitim kitlesel erişime açık bir hale getirilmemelidir.
2- İslam dininde cinsel öğrenim, cinsel gelişim seyriyle orantılı olarak tedrîcî bir seyir izler ve yer ve zamanı gözetilerek ergenler, gençler, kadın ve erkeklerin hayatına girer. Bu itibarla ana-baba ve eğitimciler, cinsel öğretimi, aşamalara ayırmalı ve her kese düzeyine göre bir eğitim uygulamalıdırlar. Dolayısıyla her aşamada gerekli olan kadarıyla yetinmeli daha ileri yaşlardakilere özgü bilgiler küçük yaştakilere öğretilmemelidir. Demek ki ergenlikle ilgili malumat, ergenliğe yakın bir dönemde, cinsel münasebet konusu evlilik aşamasında ve sair bilgiler de gerektiği zaman aktarılmalıdır. Elbette bu eğitim, asla ertelenmemeli ve zamanında verilmelidir. Daha sağlıklı bir eğitim için ev ve okul arasında bir koordinasyon sağlanmalıdır. Böylece öğrencilerin aile ortamında konuşamayacakları bazı problemlerin dile getirilmesi için uygun bir zemin yaratılmış olur.
3- İslam dininde, erkek ve kadınlara cinsel konular anlatılırken aynı zamanda bu doğrultudaki şer’î sorumluluklar izah edilir ayrıca sosyal ilişkiler ve yaşamsal sorumluluklar da hatırlatılır.
Feyz Kâşânî, ayet ve hadislerden aldığı ilhamla, cinsel öğrenim ve cinsel konulara dair malumat hususuna da eğilmiştir. Şimdi özetle bu hususa dair görüşlerini ele almaya çalışacağız:
Cinsel Uzuvları Örtmek (Setr-i Avret)
Çocukluk çağında, çocuklarda cinsiyet farkına dair bir algı oluşur. Onlar erkek ya da kız olduklarını bilirler. Kendileriyle aynı cinsiyeti taşıyan ve taşımayanların kendilerine özgü davranışlarını birbirinden ayırt edebilirler. Ayrıca aynı cinsiyeti paylaştıkları çocuklarla birlikte olmaktan daha büyük bir mutluluk duyarlar. Dahası oyuncakların dahi cinsiyetlere göre değiştiğini algılarlar. Dolayısıyla çocukluk yaşlarından itibaren onlara hayâ ve iffet duygusu aşılanmalıdır.
İslam dini, hayâ, utanma ve iffetin gerekliliğine binaen ilk adımda bütün herkesin cinsel uzuvları örtmeleri ya da şer’î tabirle ‘setr-i avrete’ riayet etmelerini ister. Tabi bu şer’î vazife karı-koca arasında başka bir boyut kazanır. Fakat geri kalan herkes istisnasız cinsel organlarını gizlemekle yükümlüdürler. Çocuklarda bu ödevin bilincinde olarak eğitilmeli, çıplaklık utanılacak bir hal olarak tanıtılmalıdır. Ana-babalar çocukların varlığını asla görmezden gelmemeli çocukların huzurunda çıplak ya da uygunsuz bir vaziyette dolaşmamalıdırlar. Toplumun her bir bireyi, bu düstura uygun yaşamalıdır. Zira bu düstur, insan fıtratı ve doğası ile uygunluğun yanı sıra insanî onur ve yüz akı ile de uygunluk arz eder ve cinsel anormallikler ve sapkınlıkların önünü alır.
Feyz, setr-i avret düsturunu şu ayet-i kerimeden çıkarır:
“Mümin erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini, korusunlar. Bu, onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarından şüphesiz haberdardır. Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar.”[32]
Feyz, ayette geçen mahrem yerlerini, korusunlar tabirini “bu yerlerin başkalarının görmeyeceği şekilde örtülüp gizlenmesi” şeklinde yorumlar. O, bu hususta iki hadise istinat eder.
Bir: Hz. İmam Sâdık (a.s) buyurur ki:
“Kur’an-ı Kerim’de mahrem yerleri korumakla ilgili bütün ayetlerde iffete riayet ve zinadan uzak durmak kastedilmiştir. Ancak bu ayet-i kerimede murat, avret yerlerini örtüp başkalarından gizlemektir.”
İki: Başka bir hadiste de İmam Sâdık (a.s) Allah’a inanan bir insanın organlarından her birine karşı vazifelerini izah eder ve bu cümleden şöyle buyurur:
“Yuce Allah bütün insanların avret yerlerini bütün kadın ve erkeklerden gizlemelerini; erkeklerin, erkeklerin avretlerine; kadınların da kadınların avret yerlerine bakmamaları gerektiğini; hatta kız kardeşlerin birbirlerine avret yerlerini göstermemelerini emir buyurur.”[33]
Feyz, fıkıhla ilgili kitaplarında avret yerlerinin mahrem olanlardan dahi gizlenmesini dinin zaruretleri arasında görür ve bu hükmü kitap, sünnet ve icma’ ile delillendirir.
İzin İstemek
Feyz’e göre, ev ortamı her tür cinsel tahrik unsuru ve kötü örnekten arındırılmalı, yerine hayâ ve iffet hâkim kılınmalıdır. Bu görüş, Kur’an’dan ilhamla ileri sürülmüştür. Zira Kur’an, çocuklar, ergenler ve gençlere şu öğütte bulunur: Ana-babalarınızın dinlendikleri odalara girerken izi alınız. Özellikle de ana-babaların özel bir vaziyette olabilecekleri ve çoğunlukla çıplak bir durumda bulunabilecekleri üç vakitte dinlendikleri vakitlerde bu kurala uymaları gerekir. Şöyle buyrulur:
“Ey müminler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar, mahrem (kapanmamış) halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için ne de onlar için bir mahzur yoktur. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. İşte Allah ayetleri size böyle açıklar. Allah, (her şeyi) bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir… Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler (büyükleri) izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler.”[34]
Feyz, bir hadis kitabı olan el-Vâfi’de ‘Bâbu’l-İstizan’ yani ‘İzin İsteme Bâbı’ diye bir başlık açmış Masum imamlardan birçok rivayet nakletmiştir. Bu hadisler, hikmet yüklü, dikkate şayan, cazip ve müteâli bir içeriğe sahiptir. Örneğin:
1- Allah Resulü (s.a.a) kadınlara ait özel bölüme, özel bir önem atfetmiş ve onların velilerinin izni olmadan herhangi bir yabancının bu bölüme girmesini yasaklamıştır.[35]
2- İmam Sâdık (a.s) buyurur ki: “Bir insan, kızı ya da kız kardeşi evliyse eğer, haber vermeksizin evlerine girme hakkına sahip değildir. Önce izin almalıdır.”[36]
3- İmam Sâdık buyurur ki: “Ana-baba eğer halvet bir yere çekilmişlerse, çocuklar onların yanlarına varmak istediklerinde izin istemelidirler.” Ayrıca buyurur ki: “Ergenlik çağındakiler, habersiz anne, bacı, teyze ya da herhangi bir şahsın yanına izinsiz giremezler. Sizler de onlar selam vermeyinceye kadar asla izin vermeyiniz.” Allah Resulü’nün (s.a.a) âdeti şuydu: Kızı Hz. Zehra’nın evine girmek istediğinde önce izin ister, bir cevap alamadığı zaman hemen dönerdi. [37]
Yatakları Ayırmak
Feyz-i Kâşânî, el-Vâfi kitabında ‘Çocuk Terbiyesi’ başlığı altında bir bölüm düzenlemiş, bu bölümde aile ortamı ve aile içi ilişkilerin tam anlamıyla sağlıklı ve cinsel tahrik unsurlarından uzak tutulması gerektiğine vurguda bulunmuştur. O, bazı hadislere istinaden çocukların; özellikle aynı cinsiyetten olmayanların altı yaşından itibaren yataklarının ayrılması gerektiğini özellikle belirtmiştir. Zira aile ve yakın çevre içerisindeki ilişkiler sağlıklı bir şekilde yürüdüğü zaman, çocukların cinsel içgüdüleri doğal ve normal bir seyir içerisinde gelişimini tamamlar ve erken ergenlik gibi bir arıza asla ortaya çıkmaz.
Burada, bu hadislerden bazılarını aktarmayı uygun buluyoruz:
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurur:
“Erkek çocuğunun erkek çocukla; erkek çocuğunun kız çocuklarıyla; kızların kızlar ve kızların erkek çocuklarla yatakları on yaşından itibaren ayrılmalıdır.”[38]
Hz. İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurur:
“On yaşına girmiş erkek çocuklarının yataklarını, kadınlarınkinden ayırınız.”
Başka bir rivayette ise şöyle buyrulur:
“Çocukların yatakları altı yaşından itibaren birbirinden ayrılmalıdır.”[39]
Cinsel Münasebetin Gözlerden Uzak Gerçekleşmesi
Karı ve kocanın üçüncü bir şahsın huzurunda cinsel münasebet yaşamaları hiç kuşkusuz cinsel bir sapmadır. Bu sapma, psikolojik anormallikler, dengesizlikler ve cinsel sapmalara yol açar. Bu sebeple, ana-babalar bu hususu çok ciddiye almalı ve önemsemelidirler. Özellikle de çocuklarının huzurunda cinsel temas ve cinsel içerikli sözlerden şiddetle kaçınmalıdırlar. Sanmasınlar ki çocuklar bu tür konuları anlamaz yahut gördükleri sahneleri çabucak unutuverirler. Asla böyle değildir. Zira cinsel bir davranışın sadece bir köşesini dahi algılamaları yahut bu doğrultuda bir söz işitmeleri; hatta ana-babanın nefeslerini dahi hissetmeleri, onların psikolojilerinde yıkıcı bir etki bırakır ve bunun sonucu yakın ya da uzak bir gelecekte kesinlikle ortaya çıkar. Açıkça söylemek gerekirse, böyle davranan ana-babalar aslında kendi elleriyle kendi çocukları için bir cehennem hazırlamış sayılırlar. Zira bu çirkin davranış, çocuklar üzerinde üç olumsuz etki bırakır:
1. Cinsel tahrik ya da baskı; sonuç itibariyle de sıkıntı ve ıstırap.
2. Cinsel sapmalar ve davranış bozuklukları; sonuç itibariyle de hayâsızlık, iffetsizlik, mastürbasyon, eşcinsellik, zina ve benzeri olumsuz eğilimlerin zuhuru.
3. Asabilik ve sert mizaçlılık.
Feyz, cinsel münasebetin gözlerden uzak gerçekleşmesini aile içi ilişkilerin en önemli ilkelerinden biri olarak görür. O, bu hususu bazı hadisleri naklederek pekiştirir ve şu sonuca varır:
“Ana-babalar, çocuklarının evde olmadıkları ya da uyuduklarından emin oldukları bir zamanda cinsel münasebete girişmeli ve evlatlarının günaha yönelmelerine sebep olmamalıdırlar. Zira Allah Resulü (s.a.a) bu hususta şöyle buyurur:
And olsun, bir evde bir çocuk uyanıkken ve her şeyi görüyor veya işitiyorken bir erkek karısıyla birleşirse, o çocuk, asla iflah olmaz; erkek ya da kız ileride zinakâr olur.”
Başka bir rivayette İmam Sâdık (a.s) şöyle buyurur:
“Bir odada bir çocuk bulunuyorken, koca karısıyla birleşmemelidir. Zira bu işin akıbeti, iffetsizlik ve zinakârlıktır.”[40]
Ayrıca şu ayrıntıyı da nakleder:
“İmam Ali b. Hüseyin (a.s) eşiyle birlikte olmak istediği zaman, evi boşaltır ve hizmetçilerin dışarı çıkmalarını isterdi. Evin kapısını kapatır ve perdeleri de çekerdi.”[41]
Öğrenim Sürecinde İhtiyata Riayet
İslam’ın eğitim metodunu yansıtan çok muhteşem bir tabir nakledilir. Buna göre, çocuk eğer kızsa, ona Nûr suresini öğretmek ve Yusuf suresini öğretmekten kaçınmak gerekir.[42] Feyz, bu cümlenin yorumunda şöyle der:
“Nûr Suresi’nin vermek istediği ana mesaj, hayâ, iffet ve namuslu olmaktır. Oysa Yusuf suresinde bir kadının bir erkeğe duyduğu aşk gündeme gelmiştir. Demek ki bir kız çocuğunun daha küçük yaşlarda aşkla ilgili konularla tanışması doğru değildir. Zira bu konular, cinsel davranış bozukluklarına ve psikolojik sorunlara yol açabilir. Bu yüzden, ilkin iffet ve hayâ temeli sağlamlaştırılmalı daha sonra diğer konular öğretilmelidir.”[43]
Buradan hareketle ve bu hükmün felsefesine binaen şu iddiada bulunabiliriz: İslam’a göre erkek ve kız çocuklarının her kitap, makale ve yazıyı okumaları uygun değildir. Her tür roman ve hikâye okumamaları, her tür film izlememeleri, her tür ses ve görüntüye muhatap olmamaları gerekir. Zira çocuklar, ergenler ve gençler kitle iletişim araçları vasıtasıyla heyecanları kışkırtan ve cinselliği uyandıran sahnelere muhatap olmaktadırlar. Bu durum, onların ruh, kalp ve düşüncelerini şiddetle etkisi altına almakta ve akabinde de cinsel davranışlarında bazı sapmalara yol açmaktadır.
Ergenlik
Ergenlik, hayret verici ve karmaşık bir süreçtir. Zira bu süreç bir yandan bağımlılıktan kurtuluş, özgürleşme ve sorumluluk üstlenme süreci; bir yandan da cinsel içgüdünün uyandığı, fizyolojik, duygusal ve psikolojik değişikliklerin yaşandığı bir aşamadır. Bu süreç, en genel anlamıyla bedensel gelişim, güç ve canlılık dönemi; akıl, fikir ve dinî duyguların şekillendiği bir süreçtir. Elbette ana-babalar ve eğitmenlerin yardım, denetim, merhamet ve yönlendirmeleri olmadan, ergenlik dönemindeki bu değişim süreci, ergen gençleri çok büyük problemlerle yüz yüze bırakıp fiziksel ve ruhsal birçok rahatsızlığa yol açabilir. Özellikle de erken ergenlik gibi problemlerin gündeme geldiği ve ergenlikle evlilik dönemi arasındaki sürenin uzadığı çağımızda bu durum, cinsel davranışlarda anormalliklere yol açabilir.
Hakîm olan Rabbimiz, Allah’a inanan müminlere “kendinizi ve ailenizi cehennemin elim azabından koruyun”[44] diye buyurur. Feyz, bu ayete istinat ederek, evlat eğitimi; özellikle de ergenlik dönemindeki gençlerin eğitimine dikkat çeker ve şöyle der:
“Gençlerin eğitimi, çok kolaydır. Bunun sebebi, bir gencin fıtratının halen sâlim, tertemiz, katışıksız ve el değmemiş olmasıdır.”[45]
Ana-baba ve eğitmenler bu elverişli zemini hakkıyla değerlendirmeli ve gerekli eğitimi zamanında vermelidirler. Feyz, şöyle der:
“Nebevî hadis ve rivayetlerde varit olduğu üzere ‘kendinizi ve ailenizi cehennemin elim azabından koruyun’ ayeti nazil olduğunda Peygamberimizin ashabı biz kendi eğitimimizi dahi hakkıyla yapamıyorken, çocuklarımızı nasıl eğitebiliriz ki diye tedirginliklerini dile getirdiler. Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurdu: En azından ilâhî emir ve yasakları ve zarûrî bilgileri onlara anlatınız!”[46]
Özellikle ergenlik yaşındaki çocukların, bulundukları hassas konum gereği iman, değerler, ahlâk ve benzeri konulara dair gerekli malumat ve ikazlarla aşina olmaları gerekir. Tabi ki bu arada cinsel meselelerle de tanışması, bu hususa özgü tehlikeler, hastalıklar ve olumsuz sonuçları bilmesi gerekir.
Sonuçta ana-baba ve eğitmenler gençleri ve ergenleri, iletişim araçlarının fevkalade etkisi, Batılı toplumların çıkmazları ve ahlâkî çöküş sebepleri; bu cümleden arkadaş çevresinin etkileri hususunda bilinçlendirmelidirler. Bu sebeple yerinde ve zamanında verilecek malumat ve eğitimle çocukları ergenliğe geçiş sürecine hazırlamak, bu dönemdeki değişimler, şer’î hükümler ve bu döneme özgü sağlık bilgileriyle donatmak gerekir. Ayrıca bir öğrencinin günlük yaşamını denetlemek ve onu olumsuz davranış, fikir ve eğilimlerden alıkoymak gerekir. Feyz, şöyle der:
“Ana-babalar, çocuklarının boş zamanlarını programlamalıdırlar. Bu zamanlarda aile ve çocuklarının arasında bulunmalı, latifeler ve güzel sözlerle onları eğitmelidirler.”[47]
Elbette ana-baba ve öğretmenler şu iki önemli noktaya dikkat etmelidirler: Birincisi, kendileri eğitimli ve ergenlik olgusu hakkında bilinç sahibi olmalı ve çocuk eğitiminin en doğru yöntemlerini bilmeli ve sorumluluk bilinciyle bu vazifeyi ifa etmelidirler.
İkincisi, zamanın şartlarının değiştiğini ve yeni nesillerin kalp ve akıllarının çok özel problemlerle meşgul olduğunu bilmelidirler. Bu demektir ki geniş yüreklilik, hoşgörü ve saygın bir dille onlarla muhatap olmalı, muaşeret âdâbını gözeterek ve sâlih amellerle vazifelerini yerine getirmelidirler. Allah inancı, âhirete iman, Allah korkusu gibi değerleri doğru bir yöntemle onlara izah etmeli ve pratik yöntemlerle hayâ, iffet ve namus dersi vermelidirler. Bu doğrultuda erkek çocuklarına Hz. Yusuf’un siretini de nesnel bir örnek olarak anlatmalıdırlar. Feyz, şöyle der:
“Rivayetlerde varit olduğu üzere, erkekler için Yusuf suresini okumak, eğer mârifet ve dikkatle birlikte olursa, okuyan kişiyi cinsel konularda her türlü sapmadan korur.” [48]
Biz burada, ergenlik dönemine özgü problemlerden sadece ikisine değinmekle yetineceğiz:
1- Ana-baba ve eğitmeler, ergenlik döneminin bütün erkek ve kadınların yaşadığı doğal bir süreç olduğunu çocuklara izah etmelidirler. Ergenlik belirtilerini hem kızlar hem de erkekler için güzel bir dille anlatmalıdırlar. Feyz de diğer fakihler gibi ergenlik belirtilerini üç maddede özetler:
a)Uykuda ya da uyanıkken erkeklerden sperm çıkması ve kızların âdet görmeleri.
b)Kızlar ve erkeklerde etek altı bölgesinde sert kılların çıkması.
c)Erkekler için hicrî takvime göre on beş ve kızlarda dokuz yaşın tamamlanması.[49]
Feyz, ayrıca kızların ergenlik yaşıyla ilgili gayet zarif bir nükteye dikkat çeker:
“Dokuz yaş, kızlara özgü ergenlik yaşıdır. Tabi ki bu namaz için geçerlidir. Fakat oruç hususunda; elimize ulaşan rivayetlere göre kızlar, on üç yaşlarını tamamlamayıncaya kadar oruç tutmakla yükümlü değildirler. Tabi eğer on üç yaşından önce âdet görmeye başlarlarsa durum değişir. Demek ki kızların ergenlik yaşı hususunda şer’î hükümler arasında fark vardır.”[50]
2- Ergenlik çağına özgü fıkhî hükümlerin öğrenilmesi: Mükellefiyet şartlarından biri de ergenliktir. Akıl ve güç yetirmekte buna eklenince, şer’î teklif ve ödevler her mükellefe farz olur. Bu yüzden ergenlik çağına ayak basan bütün gençler, şer’î sorumluluklarını öğrenmek zorundadırlar. Bu cümleden erkekler için ihtilam ve meni hükümleri, kızlar için âdet görme ahkâmı; erkeklerin meni çıkmasıyla birlikte gusül almaları gerektiği, kızlarınsa âdet dönemlerinin bitmesini bekleyip sonra gusletmeleri; cünüp veya âdetli olanlara mahsus haramlar, farzlar, müstehaplar ve mekruhlar gibi meseleler öğrenilmelidir. Aynı şekilde ana-baba ve eğitmenler, çocuklara bütün şartlara sahip bir taklit merciine bağlanma zorunluluğu, taharet ve necaset hükümleri; abdest, gusül ve teyemmümün nasıl alınacağı ve namazın nasıl kılınacağı güzel bir dille çocuklara anlatılmalıdır.[51]
Bakma
Göz, iffet ve temizlik kalesinin bekçisidir. Bu yüzden, bu organın değeri insanın bütün bedenine bedeldir. Zaten bu itibarladır ki bir insanın iki gözünü kör öden biri, bir insanı öldürme diyeti ödemek zorundadır. Tabi ki bu gözün hain ve çirkefe bulaşmış bir göz olmaması durumunda bu hüküm söz konusu olur. Aksi durumda; yani hainlik esnasında, namusuna göz dikilen şahıs tarafından bir darbeyle zarar gören gözün diyet ve garantisi yoktur. Zira bu durumda iffet kilidi olması gereken bu uzuv hainlik etmiş ve taşıdığı eşsiz değeri kaybetmiş sayılır.
Hakîm olan Rabbimiz Kur’an da müminlere “Gözlerinizi namahremden sakınınız. Biliniz ki gözü namahremden korumak, sizin için daha hayırlıdır”[52] mealinde hitap eder ve şöyle ekler: “Bu, sizi birçok zarar ve cinsel sapmalardan alıkoyar ve sizin gelişip kemâle erişmenizin zeminini hazırlar.”[53]
Feyz, uygunsuz bakışlar ve Allah’ın “gözlerinizi namahremden sakınınız” buyruğuna dair birkaç rivayet nakleder:
1- İmam Sâdık, (a.s) gayet zarif bir ifadeyle namahreme bakmanın şeytanın zehirli bir oku olduğundan, insanı yüz üstü yere yıkacağından ve toplumu fesada sürükleyeceğinden söz eder. Zira namahreme bakmak, cinsel içgüdüyü alevlendirir, cinsel şehvet küresini tutuşturur, cinsel baskıyı ikiye katlar ve çoğunlukla da peşi sıra hasret ve hayal kırıklığı getirir. Bu sebeple de sonsuz bir ıstırap, bunalım ve kaygıya sebep olur.[54]
2- İmam Sâdık (a.s) bir başka rivayette namahreme bakmamayı, melekût âlemine erişme yolu olarak gösterir ve şöyle buyurur:
“Her kim Allah için namahreme bakmazsa, Allah ona öyle bir iman nasip eder ki onun kendine mahsus hazzını hisseder.”[55]
Ana-baba ve eğitmenler, bu ilâhî emir doğrultusunda yaşadıklarını pratik olarak göstermeli, çocuklarını küçük yaştan itibaren bu kuralla tanıştırmalı ve onlara bakışlarını kontrol edip namahremden sakındırmayı öğretmelidirler. Tabi bu hususta en başta kendileri örnek olmalı sonra da kontrolsüz bakışların tehlikelerini çocuklara anlatmalı ve bakışın caiz olan ve caiz olmayan diye iki türe ayrıldığını izah etmelidirler. Caiz olmayan bakışları anlatırken ayrıca mahrem ve namahremin ne anlama geldiğini de anlatmalı bu doğrultuda Masumlardan (a.s) varit ola rivayetlerden yardım almalıdırlar. Örneğin Ümmü Mektum adında gözleri görmeyen bir adam bir gün Allah Resulünün (s.a.a) evine gelir ve izin ister. Hz. Peygamber, kadınlara: “Kalkın, başka bir odaya gidin” der. Kadınlardan biri: “Fakat onun gözleri görmüyor ki!” diyecek olur. Peygamberimiz şöyle buyurur: “Evet, onun gözleri görmüyor; fakat siz onu görebiliyorsunuz!”[56]
Cinsel Münasebet
Evlilik aşamasındaki gençlerin bilmeleri ve öğrenmeleri gereken konulardan biri de cinsel ilişkiye dair malumattır. İlkin şu hususu hatırlatmak gerekir ki cinsel ilişki, bedenle olduğu kadar ruhla da ilişkili olup heyecanlar, güdüler, duygular, fikirler ve bakış açılarıyla da ilintilidir. Demek ki sadece cinsel organlar, salgılar ve mekanizmanın fonksiyonlarını bilmek yeterli değildir. Zira bedensel, ruhsal, biyolojik, kültürel, sosyal ve dinî faktörler arasındaki koordinasyon, cinsel uyumun zeminini oluşturur. Hiç kuşkusuz bilinçli ve keyifli bir cinsel yaşamı olan çiftler, çoğunlukla hayatlarından memnundurlar ve daha huzurlu bir yaşam sürerler. Bunun sebebi, karı kocanın cinsel hayatlarındaki mutluluğun, aralarındaki sevgi ve ünsiyet duygularını besliyor olması, onları her tür çatışma ve kötü davranıştan koruyor olması ve onları duygularını kontrol ve öz güven hususunda besliyor olmasıdır.
İslam dini, bu açıdan da insan hayatına düzenlemiş ve bu doğrultuda paha biçilmez değerde bir bilinçlendirme ve yönlendirme programı öngörmüştür. Her şeyden önce İslam, kadın ve erkek arasındaki bu münasebeti kutsal bir olay olarak değerlendirir. Bu itibarla bu ilişkinin dua, yakarış ve namazla süslenmesini ister ve bu iş karşılığında sevap ve mükâfat vaat eder. Dolayısıyla bazı durumlarda bu ilişkiyi şer’î bir vacibe olarak görür ve erkek ve kadının aldıkları hazza ilâhî ve semavî bir boyut kazandırır; dünyevî bir güzelliğe semavî bir renk katar. Burada cinsel ilişkiye dair bazı konuları izah etmek gerektiğini düşünüyoruz:
1. Cinsel İlişkinin Mahiyeti
Eskiden bazıları, kadın erkek ilişkisini bir suç işlemek mesabesinde görüyor çirkin, aşağılık ve hakir bir iş olarak değerlendiriyorlardı. Belki günümüzde de birbirlerinden utanan ve şaşılası bir utanç duygusuyla birbirlerine bakan ve netice itibariyle de hayatlarını zehir eden karı kocalar bulunabilir. Fakat artık bugün bilimsel olarak ispatlanmıştır ki cinsel ilişki bedensel sıhhat ve ruhsal sağlıkla sıkı bir bağ taşır ve bu ilişkiden uzak durmak hem bedensel hem de ruhsal birçok hastalığa yol açar. İslam dini de karı koca arasındaki cinsel ilişkiyi mübarek ve kutsal bir olay olarak görür, bu ilişkinin hazzını en üstün maddî haz olarak değerlendirir ve karşılığında sevap ve mükâfat öngörür.
Cinsel ilişkinin sevap ve mükâfatına dair ise Feyz, şu rivayeti nakleder:
Allah Resulü’nün (s.a.a) sahabesi Hz. Ebu Zer, Peygamber’in bu konudaki buyruğu karşısında şaşırır ve şöyle sorar: “Kadınlarınızla ilişkiye giriniz ve ilâhî mükâfatlar elde ediniz diye buyuruyorsunuz; bunun anlamı nedir? Cinsel ilişki, nasıl sevap vesilesi olabilir?” Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“Gayrı meşru bir ilişki için nasıl ceza öngörülmüşse, aynı şekilde meşru ilişki için de sevap öngörülmüştür.”
Meşru cinsel ilişkinin sevabı hususundaki rivayetlerde iki nokta dikkat çekmektedir: Bir: Bir erkek, cinsel ilişkiye ihtiyaç duyup da günaha düşme korkusuyla eşiyle münasebete girerse, ecir ve sevap kazanır.[57] İki: Cinsel ilişki, iki insan arasındaki en yakın ve en özel ilişkidir. Bu ilişki insanın en derin duygularını dahi etkisi altına alır. Ayrıca bu ilişki, birçok ahlâkî değerin temel faktörlerinden biridir.[58] Bu itibarla bazı rivayetlerde bu ilişki hatta cihatla bir tutulmuş ve günahların dökülmesine vesile olan sebeplerden biri olarak görülmüş[59] dahası cinsel ilişki esnasının meleklerin huzuruyla şerefleneceğinden bahsedilmiştir. Feyz, İmam Sâdık’tan (a.s) şu rivayeti nakleder:
“Hiçbir şeyde (=eğlencede) melekler hazır bulunmazlar. Ancak iki yer dışında; biri, binicilik ikincisi, karı kocanın birbirleriyle oynaşması.”[60]
Feyz, rivayetteki ‘şey’ kavramını mubah ve haz duyulan eğlence diye tefsir etmiştir.[61]
2. Cinsel İlişki Mekanizması
Feyz, cinsel ilişkiyle ilgili temel bir ilkeden söz eder:
“Cinsel ilişkide hem erkek hem kadın her ikisi de haz almalı, her ikisi de yatışıp tatmin olmalıdırlar. Bu yüzden, Masumlardan (a.s) varit olan rivayetlerde en güzel ilişki tabiriyle kadın ve erkeğin her ikisinin de haz aldığı ve tatmin olduğu ilişki kastedilmiştir.”[62]
Malum olsa gerektir ki zamansal, mekânsal ve psikolojik vaziyet, eşlerin karşılıklı haz duymaları hususunda etkilidir. Tabi ki bildiğimiz üzere, cinsel aksiyonda erkek, etken konumundadır ve işin başlaması ona bağlıdır. Kadın ise bu ilişkide edilgen bir rol oynar. Bu itibarla kadını, bu ilişki için hazırlamak kaçınılmaz bir aşamadır. Elbette sadece fiziksel olarak hazırlamak yeterli değildir. Kadın, her şeyden önce ruhsal açıdan hazırlanmalı ve cinsel arzuları uyarılmalıdır. İslam dini, cinsel ilişki esnasında aceleci davranmamayı emreder ve bu durumda aceleciliği oldukça kötü ve çirkin bir amel olarak değerlendirir. Dolayısıyla bu ilişki, sabır, teenni ve sükûnet içerisinde başlamalı ve gerekli hazırlık aşamasına varılmalıdır.
Feyz, eşler arasında ortak ve karşılıklı hazzın kaçınılmazlığına dair Peygamber Efendimizden (s.a.a) iki rivayet nakleder: Birinci rivayette Peygamber şöyle buyurur:
“Cinsel ilişki esnasında kuşlar misali olmayınız! Bilakis sabır ve sükûnetle hareket ediniz!”[63]
Başka bir rivayette ise şöyle buyurur:
“Cinsel ilişki esnasında asla aceleci davranmayınız!”[64]
Başka bir rivayette ise bu işin yol ve yordamı da izah edilir:
“Karı koca arasında elçiler işe koyulmalıdır!” “Elçiler derken neyi kastediyorsunuz?” diye sorulunca da şöyle buyurur: “Öpücük ve tatlı sözler!”[65]
Sonuçta cinsel ilişki, tensel temas, okşama, öpme, dokunma, oynaşma ve benzeri ön hazırlık aşamalarından sonra gerçekleşmelidir. Böylece hem kadın hem de kocanın hoşnutluğu sağlanmış olur. Kadının sevgi susuzluğu ve muhabbet dolu sözler karşısında dizlerinin çözüldüğü gerçeği göz önüne alındığında, ilişkiye girmeden önce iki etkin faktör; yani öpmek ve tatlı sözler söylemek vesilesi doğru bir şekilde kullanılmalıdır. Hiç kuşkusuz cinsel yetersizliğin göstergelerinden biri de erkeğin, eşiyle üns bulmadan ve ön hazırlıkları görmeden münasebete girmesidir.
3. İlişki Zamanı
Din ve din bilginleri açısından zaman, cinsel ilişki hususunda önemli bir etkiye sahiptir. Bu sebeple, hadis külliyatlarında, bu ilişkinin zamanı hakkında birçok rivayet yer alır. Dahası bu hususa dair özel bölümler tahsis edilmiştir. Bu hadislerden anlaşıldığı kadarıyla, cinsel ilişki zamanı, karı kocanın beden, ruh, ahlâk ve psikolojileri, bu ilişki neticesinde şekillenen cenin üzerinde bile etkilidir. Öyle ki çocuklarda ortaya çıkan bazı bedensel ve psikolojik özürlerin sebebi cinsel ilişki zamanına bağlanmıştır. Örneğin hicrî ayların başlangıç, orta veya son gününde gerçekleşen cinsel ilişki, düşük yapmak, delilik, acımasızlık ve ahlâkî zaaflar gibi sonuçlar doğurabilmektedir. Bunun sebebi, varoluş âlemindeki bütün olay ve olguların birbirleriyle etkileşim içerisinde olmalarıdır. Dolayısıyla uzay ve atmosferdeki olay ve olgular, ay, güneş ve yerkürenin hareketlerinin yeryüzündeki değişim ve dönüşümler üzerindeki etkisi hiçbir şekilde görmezden gelinemez.
Daha da ötesi, kadının cinsel ilişkiye hazır olduğu günler bir ay içerisinde farklılık gösterir. Feyz, el-Vâfi, el-Meheccetu’l Beyda ve Mefatihu’ş Şerayi’ kitaplarında bu konuyu ele almıştır. Biz de burada konunun bir özetini sunmaya çalışacağız:
Feyz, bazı rivayetlere istinaden cinsel ilişki için en uygun vakitleri şöyle anlatır:
“Pazartesi, salı, perşembe ve cuma günleri bu ilişki için en uygun günlerdir. Tabi ki tüm günler içerisinde cuma günü en münasip gündür. Zira cumanın hem gün hem de gecesi mübarek vakitlerdendir. Ayrıca Ramazan ayının ilk gecesi ve Şaban ayının ortası da cinsel münasebet için uygun zamanlardır.[66] Hatta Ramazan ayının ilk gecesinde cinsel münasebet için müstehap tabiri kullanılmıştır. Diğer ayların ilk günü ve ortasında bu münasebet uygun değildir ama Ramazan’ın ilk gecesi ve Şaban ayının ortasında müstehap sayılmıştır. Tabi ki bir tek Allah bilir bu iki gecede tabiat âleminde nasıl bir cümbüş kopuyor ve ne tür değişim ve dönüşümler yaşanıyor da bu sebeple bu ilişki, mekruh olmak bir yana üstelik müstehap olup hiçbir kötülük içermemektedir.”
Cinsel ilişki için uygun ve uygun olmayan zamanlar şunlardır: Şafak vakti ile güneşin doğduğu vakit arası, günbatımı ile mağrip vakti arası, güneş ve ay tutulmasının yaşandığı vakitler; sarı, kızıl ve siyah rüzgârların estiği vakitler, depremin yaşandığı gece ve gündüz, her ayın ilk günü ve ortası, öğlen vakti ve sonrası, kurban bayramı gecesi, yolculuğa çıkılacak gece, yolculuk esnasında ve akşam vaktinin ilk demleri.[67]
Hz. İmam Sâdık (a.s) büyük bir şefkatle insanoğlunu muhatap alarak şöyle buyurur:
“Allah rızası için ne olur, bu vakitlerde cinsel münasebete girmeyiniz! Zira bu ilişkinin ürünü, gönlünüze uygun ve kâmil bir çocuk olmayacaktır!”[68]
Çünkü bu vakitlerdeki ilişkiden doğan çocukların deli, kör, felçli, altı ya da dört parmaklı, uzağı görme özürlü yahut ruhsal ve ahlâkî açıdan sıkıntılı çocuklar olmaları pek muhtemeldir.
4. Cinsel İlişkinin Yer ve Ortamı
Hiç kuşkusuz huzurlu, güvenli, temiz, hoş kokulu ve ferah bir ortam, mutlu bir cinsel ilişki için kaçınılmazdır. Feyz, bu hususta bazı rivayetleri aktarmanın yanı sıra Masumların (a.s) dilinden cinsel ilişki için uygun olmayan ortamları da izah eder. Bu cümleden bazı örnekler verecek olursak: Ay ya da güneş ışığı altında cinsel ilişki neticesinde doğacak çocuklar fakirliğe müptela olurlar. Gemi ya da başkalarının fark edebilecekleri herhangi bir araç içerisinde cinsel ilişki uygun değildir. Çocuk dahi olsa herhangi birinin görebileceği yerlerde, yüz ya da arkası kıbleye dönük olduğu halde, ağaç altında, dam üstünde vs. diğer bazı mekânlarda cinsel ilişkiye girmemek gerekir.[69]
5. Cinsel İlişki İçin Gerekli Ruhsal Şartlar
Cinsel ilişki, ruhsal açıdan huzurlu ve hazırlıklı olunduğu bir zamanda gerçekleşmelidir. Bedensel sağlık, temizlik, dış görünümün çekici olması, uygun beslenme, uygun ortam ve mekân, yeterli düzeyde dinlenmiş olmak gibi etkenler bu ilişkiyi nasıl etkiliyorsa, ahlâkî, ruhsal ve manevî faktörlerde söz konusu huzur ve hazırlığın şekillenmesinde önemli bir rol oynarlar. İslam dini, bütün faktörlerin yanı sıra özellikle de psikolojik ve ahlâkî şartları gayet önemli bulur ve bu hususta detaylı tavsiyelerde bulunur. Bu tavsiyelerin bir bölümünü Feyz’in yorumuyla aktarmaya çalışacağız:
1. Allah’ın Adını Anmak: Cinsel ilişkiye Allah’ın adını anarak ve “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek başlanmalıdır. Böylece bu ilişki kutsi ve uğurlu bir boyut kazanır ve insanı şeytanın ortaklığı ve şerrinden muhafaza eder. Zira şeytan bu esnada harekete geçer ve koca ile birlikte bu ilişkiye ortak olur.
2. Dua: Karı ve koca, yaşadıkları ilişkiye manevî bir renk katmalıdırlar. Allah’ın adıyla başlamanın yanı sıra hadislerde tavsiye edilen duaları da okumalıdırlar.
6. İlişki Âdâbı
İslam, insanın kemâl ve saadetini ve onun varlığına ait tüm boyutları göz önünde bulundurmuş bu doğrultuda cinsel ilişki ile alakalı bazı düsturlar vazetmiştir. Bu cümleden, karı ve kocanın her ikisinin de cinsel tatmine erişmeleri hususunu önemle vurgulamış ve bu tatminin her ikisinin de hakkı olduğunu belirtmiştir. Demek ki hem kadın hem de erkek eşinin cinsel ihtiyacını ciddiye almak zorundadır. Cinsel uyarılma hususunda kadın ve erkek arasındaki farkı gözetmiş buna dair tavsiyelerde bulunmuştur. Temizlik, süslenme ve cazibe hususuna dikkat çekmiş ve ayakta, çırılçıplak ve cenabet halinde iken ilişkiye girmekten ve ilişki esnasında konuşmaktan men etmiştir. İslam’a göre bu ilişki tam bir nezaket, şirinlik, samimiyet ve şefkat duygularıyla yaşanmalıdır. Kadın kocası karşısında işveli davranmalı, onun karşısında ve o esnada hayâ ve utanma duygularını bir kenara bırakmalıdır. Hatta ibadet bahanesiyle de olsa kocasının davetini geri çevirmemelidir. Cinsel ilişki sona erdikten sonra, yeniden birleşmek isterlerse abdest almalıdırlar. Zira bu, onlara yeni bir zindelik kazandırır. Başkalarının yanında, yaşadıkları bu mahrem sahnelerle ilgili asla konuşmamalıdırlar. Zira bu, Allah’ın rahmetinden uzaklaşmaya sebep olur.[70]
7. Cinsel İlişkiye Şer’î Engelller
İslam dini, insanın cinsel haz alma hususundaki doğal hakkını tanır ve bu ihtiyacın muhakkak karşılanması gerektiğini vurgular. Fakat bu hakkı sadece şer’î sınırlar çerçevesinde câiz bilir. Bu sınırların dışında kalan evlilik ve cinsel ilişkileri, aile ve toplum sağlığı, ailevî bağların muhafazası, sosyal ve bireysel maslahatlar ve sair nedenler gereği haram sayar. İslam’ın haram bildiği hususları özetleyecek olursak:
a) Mahremlerle Evlilik: Bazı kadınlar, insanın mahremi sayılırlar. Kan bağı ve nesepsel akrabalık, evlilik yoluyla şekillenen akrabalıklar yahut sütkardeşliği sebebiyle mahrem sayılırlar. Hiç kuşkusuz mahremlerle evlilik, ailenin bütünlüğü ve ailevî ilişkiler açısından tamamen uygunsuz olup aile sağlığı açısından da tehlikeler içerir. Bu yüzden, bütün toplumlar, kabile ve milletlerde ayrıca bütün semavî dinlerde mahremlerle evlilik yasak bilinir. İslam dininde de mahremlerle evlilik en büyük suçlardan biri sayılır ve Kur’an-ı Kerim’de bazı ayetlerde açık bir dille yasaklanmıştır. Bu cümleden, Yuce Allah Nisâ suresi 31. ayette tafsilatlı bir şekilde kimlerin mahrem sayıldığını izah buyurmuş ve onlarla evlilik kesin bir dille yasak bilinmiştir.
b) Âdet Günlerinde Cinsel İlişki: İslam dini karı kocanın bedensel ve ruhsal sağlıklarını temin ve doğacak çocukların muhafazasını sağlamak gayesiyle âdet günlerinde cinsel ilişkiyi yasaklamıştır. Tıp ilminde de, âdet günlerinde cinsel ilişkinin hem kadın hem de erkeğe zarar verdiği ispatlanmıştır. Zira âdet kanı, birçok mikrop içerir ve cinsel ilişki bu mikropların bedenin diğer uzuvlarına sirayet edip bedenin iltihaplanmasına ve kanser, cüzam ve ayrıca psikolojik birçok hastalığın ortaya çıkmasına sebep olur.[71] Bu ilişki, kadınlardaki yumurtalığı yok eder. Ayrıca âdet döneminin uzaması, düzensizliği ve rahmin normal işlevini kaybetmesini beraberinde getirir. Behemehâl âdet kanı, özel bir kirlilik taşır ve âdet günlerinde asla cinsel ilişkiye girilmemelidir.
Kur’an-ı Kerim, aybaşı halini ‘eza’ kelimesiyle tabir eder. Bu kavram, eziyet, ziyan ve zarar gibi anlamlara gelir.
“Sana, kadınların aybaşı hali hakkında da sorarlar, de ki: «O bir ezadır (rahatsızlıktır)». Aybaşı halinde iken kadınlardan el çekin, temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman, Allah’ın size buyurduğu yoldan yaklaşın.”[72]
Feyz, ‘eza’ kavramını “insan doğasının tiksindiği özel bir kirlilik” şeklinde tanımlar. Ona göre, âdet günlerindeki kadınlarla ilişki tiksindirici, insan doğası ve fıtrata aykırıdır.[73] Elbette cinsel ilişkinin haram bilindiği diğer bazı durumlar daha vardır. Fakat biz burada sadece ana başlıklarını saymakla yetineceğiz: Doğum günleri, lohusâlık dönemi, ramazan ayı günleri ve itikâf günlerinde (oruç tutulmakta) cinsel ilişki haramdır.
3. Cinsel İçgüdüyü Tatmin ve Kontrol Yolları
Daha önce de hatırlattığımız üzere, yüce İslam dini, cinsel eğilimi ilâhî bir hediye ve nişane olarak görür.[74] Bekâr yaşamayı, evlilikten kaçmayı ve sınırsız cinsel özgürlüğü ise şiddetle reddeder. Buna mukabil, cinsel gelişim sürecini göz önünde bulundurarak cinsel arzuları karşılama, kontrol ve terbiye etme doğrultusunda yol ve yöntemler belirleyerek cinsel davranışları reel bir zeminde disiplin ve intizam altına alır. Bu bölümde biz, cinsel içgüdüyü tatmin yolları ve kontrol yöntemleri konusunu ele alacağız.
Cinsel içgüdünün tatmini için birçok yol ve yöntem vardır. Tabi bunların bazıları sağlıklı, meşru ve insan fıtratıyla uyumluyken bazıları ise insan doğası ve fıtratıyla çelişir ve onun sağlık ve saadetini tehdit eder. Bu ikinci grubu sonra ‘cinsel sapmalar’ başlığı altında ele alacağımızdan şimdi sağlıklı ve meşru yol ve yöntemleri incelemeye çalışacağız:
Bilindiği üzere, cinsel ihtiyaçları temin hususunda en doğal, en sağlıklı ve en meşru yol evliliktir. Lâkin maddî imkânları bulunmayan, arzuladığı eşi bulamayan, tahsil, işsizlik ve sair nedenlerle evlenemeyenler, cinsel yetilerini takviye edecek ve azgınlaştıracak her şeyden uzak durmalıdırlar. Bunun için de bilinçli ve programlı bir şekilde şehvet duygusunu kontrol altına alıp dengelemeleri ve cinsel problemlerini en aza indirmelidirler. Burada Feyz’in, dinî metinlerden ilhamla, kontrol ve dengeleme yöntemlerine dair izahını ele alacağız:
a) İffete Riayet
Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Hakim’de maddî imkânsızlıklar veya herhangi bir sebeple eşi olmayan Müslümanlara iffetli olmalarını ve Allah’ın kendilerini, kendi fazlıyla müstağni kılmasını beklemelerini ferman buyurur.[75] Cinsel konularda iffete riayet, bütün fertler; özellikle de evlenemeyen gençler için gerekli ve kaçınılmazdır. Zira iffet, cinsel sapma ve problemler karşısında güçlü bir set, toplumsal sağlık ve kadın-erkek ilişkilerinin temellerini sağlamlaştıran en önemli faktördür. Bu sebeple, İslam eğitim sistemi, iffet ve namus duyarlılığını çok önemsemiş ve bu duyarlılığı, yüce bir erdem ve değer olarak toplum sathında yaygınlaştırmayı ve genel bir kültür düzeyine yükseltmeyi amaçlamıştır. Bu itibarla, veliler, eğitmenler, öğretmenler ve toplumun önde gelenlerine, umumi iffetin yaygınlaşması için uygun zeminler oluşturmalarını emir verir. Bu iş için öncelikle çocuk ve gençler üzerinde çalışmalı ve onların fikir, görüş, söz, davranış ve hatta bakışlarını umumi iffetle mütenasip bir kıvama getirmelerini ister.
Hatırlatmak gerekirse iffet, cinsel şehvetin azgınlaşmasını engelleyen içsel bir yeti ve haslettir. Bu yeti, asıl itibarıyla kadın-erkek her insanda bulunur; ama alıştırma yöntemiyle eğitilmesi gerekir.[76] Bu değer ve faziletin geliştirilmesi için İslami metinlerde elverişli bir ortamın altyapısı için gerekli harç hazırlanmış ve tüm insanlığın hizmetine sunulmuştur. Evet, bu metinlerde iffet en büyük ibadet, en üstün riyazet ve Allah nezdinde en sevgili haslet diye tanıtılmış ayrıca iffetli bir insan şehit mertebesinde, melekler seviyesinde ve sıddıklar makamında görülür ve onlarla birlikte cennete girecekleri vaat edilir. Buna göre iffet bütün hayırların kaynağıdır.[77]
Dikkate değer bir değer husus şu sorudur: İffetli olmanın yol ve yöntemleri nelerdir? Feyz, Gazzâlî’nin İhya-u Ulumi’d-din kitabında ele aldığı iffetli olma yöntemlerini gayet titiz bir şekilde alıntılayarak şöyle der:
“Cinsel şehvet insana galip geldiği zaman, namus kirlenir, gözler şeytanileşir, kalp ve ruh hastalanır ve kemâl güzergâhı kapanır. Düşüp alçalmak kaçınılmaz olur ve içinden çıkılmaz bir buhrana kapı aralar. Bu yüzden cinsel şehvet kontrol altına alınıp dengelenmelidir. Bu hayati ödev için iki yol ve yöntem vardır:
Cinsel eğilimlerin güç ve azgınlığı bazı araçlarla kontrol altına alınmalıdır. Bunlardan biri beslenme rejimidir. Buna göre cinsel şehveti tahrik eden yemeklerden uzak durmak gerekir. Ayrıca yeme-içmesini mümkün mertebe kısmalı ve en güzeli oruç tutmalıdır. Her fırsatta gençlere evliliği tavsiye eden Peygamber Efendimiz (s.a.a) herhangi bir sebeple evlenemeyenlere şu tavsiyede bulunur:
“Oruç tutun; zira oruç, cinsel şehveti engelleyen en uygun yöntemdir.”
Bunun hikmeti, orucun şehvet/nefsin arzularına gem vurup kontrol altına almak için bir tür alıştırma ve mücadele niteliği taşımasıdır. Bu alıştırmanın sürekliliği neticesinde, insanın iradesi güçlenir ve oruçlu bir insan cinsel içgüdü karşısında pasif bir konumda bulunmaz.[78]
Cinsel arzuları uyandıran her şeyden uzak durulmalı ve cinsel şehveti kışkırtan ortam ve zeminleri ortadan kaldırmalıdır. Örneğin şehvetle bakmak, bir namahremle tek başına bir yerde bulunmak ve sair davranış ve ortamlardan kaçınılmalıdır.[79]
Bir diğer önemli husus, Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) ‘şehvetle bakmak’ hakkındaki bir buyruğundan hareketle cinsel tahrik ve heyecana yol açan her şeyin haram ve günah olduğu sonucu ile ilgilidir. Allah Resulü şöyle buyurur:
“Namahreme bakmak, şeytanın zehirli bir okudur!”
Malum olsa gerektir ki şehvetle bakmanın haram ve günah bilinmesinin nedeni, insanın kalbine şehvet tohumları ekmesi, düşüncesini cinsel konulara saptırması, hayatın en temel problemleriyle ilgilenmekten alıkoyması ve hayatın en güzel çağını; yani gençlik çağını boş yere harcamasıdır. Eğer bu ölçütü diğer konular hakkında da göz önüne alacak olursak, tüm bunların da haram olduğuna hükmetmemiz gerekir. Bu itibarla, bu özellikleri taşıyan her tür cinsel tahrik ve heyecan unsuru haram ve günah sayılmalıdır. Demek ki bir namahremle tek başına kalmak, şehveti tahrik eden görüntü ve filmler izlemek ve hatta bu nitelikleri taşıyan bir roman okumak haram sayılmalıdır. Bu nükteden hareketle Feyz, şu ifadeleri kullanır: “Cinsel şehveti kontrol etmenin ikinci yolu şudur: Cinsel şehveti tahrik eden bütün sebepler ortadan kaldırılmalıdır.”
Bilindiği üzere, bir genç bütün gece ve gündüzü için bir programa sahipse, zamanını programlayabiliyor ve boş vakitlerini sanatsal aktiviteler, kitap okuma, yapıcı filmler izlemek gibi sağlıklı eğlenceler ve özellikle de spor yaparak dolduruyorsa cinsel tahrik ortamlarından asla etkilenmez. Gençler unutmamalıdırlar ki seyahat, spor ve dağcılık gibi faaliyetler, cinsel azgınlığı önlemek hususunda çok önemli bir rol oyarlar. Tabi ki tüm bunlardan öte değerli gençlerimiz doğru arkadaşlıklar kurmaya özen göstermeli çirkefe bulaşmış ve kötü yolda olan insanlarla oturup kalkmaktan kesinlikle uzak durmalıdırlar.
b) Dinî İnançların Gölgesine Sığınmak
Allah’a inancı, yeniden diriliş ve meada iman ve vahiy ve dinî öğretileri kabul etmiş olmak, insanı cinsel azgınlık ve sarhoşluk karşısında güvence altına alır. Zira dinî inançlar, insanın önünde aydınlık bir ufkun açılması ve varoluşun çok farklı cilveleriyle tanışmasına vesile olur. Her şeyden önemlisi, onu kendi hakikatiyle tanıştırır, varoluşsal kapasitesi ve nihaî kemâl gayesiyle aşina kılar. Bu değerli sermayeye sahip olmakla da hiç kuşkusuz yaşadığı hayat anlam ve değer kazanır. Dolayısıyla gerçek hüviyeti ve taşıdığı değerin bilincine varır, kendisini ucuz şeyler karşısında satmaz ve cinsel şehvetin esiri olmaz.
Feyz-i Kâşânî bu doğrultuda şöyle der:
“Dinsel eğilimler, nefsanî ve şehvanî güdülerle daimî bir savaşım içerisindedir. Dinsel eğilimler hikmet ve basiretle takviye edildiği takdirde hiç kuşkusuz eşsiz bir rol oynar ve bir müminin cisim, can, akıl, fikir ve kalbini etkisi altına alır. Bunun en kesin sonuçlarından biriyse hayvanî ve şehvanî eğilimlerin zayıflatılmasıdır. Dinî eğilimlerin takviyesi için, bu eğilimin bireysel, toplumsal, ailevî, manevî ve uhrevî sonuçları ve dinî riyazet ve nefis terbiyesi yöntemlerinin kazanımlarını halka; özellikle de gençlere izah etmek gerekir. Tabi eğer onları kendileri, nefis terbiyesinin hazzı ve bu alıştırmanın meyvelerini tadacak olur ve nefs-i emmareye galip gelmenin insana kazandırdığı yüceliğin idrakine varabilirlerse değil sapma, hatta cinsel sapma düşüncesinin dahi onlardan uzak duracağı pek bir muhtemeldir.
c) İbadetlerin Gölgesine Sığınmak
Hiç kuşkusuz farz ve müstehap ibadetlerle iştigal ve Kur’an tilaveti, zikir ve virtlerle meşgul olmak, cinsel şehvetin dengelenmesi ve kontrol alınmasında etkin bir rol oynar. Zira ibadet, zikir ve dua, hakikatte kâinatın yaratıcısı ile irtibat ve ünsiyet kurup Allah’a yönelmektir. Şüphesiz belirli vakitlerde ibadet ve dinî ayinleri uygulamak hususunda düzen ve disipline dikkat etmekle bir mümin, her daim Allah’ın huzurunda olduğu bilinciyle donanır. Bu bilinç ise kesinlikle onun davranışların sağlıklı ve ilâhî rızaya uygun kılar. Bir insan âlim, kadir, rahman ve rahim olan bir rabbin huzuruna varıp boyun eğdiğinde, onunla baş başa kalıp yüreğinden geçen her şeyi paylaştığında gitgide gönlü aydınlanır ve iç dünyası bütün çirkinlik ve sarhoşluklardan arınır. İşte bu insan, cinsel içgüdülerini de kontrol altına alabilir.
Bu itibarla, rivayetlerde varit olduğu üzere, ibadet bir müminin silah ve kalkanıdır. İbadet, bir müminin bütün nefsanî ve derûnî hastalıklarını tedavi eden en yüce iksirdir.[80] Bu iksir, onu bütün sapmalar ve şaşkınlıklar karşısında korunaklı kılar. Yüce rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”[81]
d) Takva ve Allah’tan Sakınmak
Din büyükleri, daima takvanın önemini vurgulamış ve onu sağlam bir siper ve nüfuz edilemez bir kale bilmişlerdir. Bir insan bu kaleye girdiği vakit, ayağı kaymaz, günah işlemez ve asla yoldan çıkmaz. İmam Sâdık (a.s) takvanın rolünü şu ifadelerle dile getirir:
“Takvalı ve Allah’tan sakınan bir insan, her daim Allah’a itaat halinde olur, isyan ve sapmalara kapılmaz ve daima uyanık ve tetikte durur. Çünkü o, Allah’ı her şeye hazır ve nazır bilir. Asla ondan gafil kalmaz, onu unutmaz, sürekli Hak Teâlâ’ya şükreder ve nankörlük ve şükürsüzlüğe sapmaz.”[82]
Feyz-i Kâşânî, Gazzâlî’den iktibasla takvanın bir insanın ahlâk, davranış ve yaşamı üzerindeki etkisi hakkında çok ilginç ve önemli örnekler zikreder ve örneğin cinsel bir bunalım esnasında ve günah zemini hazırken takvanın nasıl engelleyici bir rol oynadığı ve nasıl bir insanı günahtan alıkoyduğunu göstermeye çalışır. Ki en nihayet Yuce Allah bu tür insanlara dikkate şayan ecir ve mükâfat nasip etmiş ve onları sıdıkların yüce makamına eriştirmiştir.[83]
Malum olsa gerektir ki bu sermayeden nasiplenemeyen insanlar, her ne kadar Allah’a, âhiret gününe ve vahye iman etmiş olsalar, ibadetlerini dahi yerine getirseler hatta sosyal ilişkileri de düzgün olsa ve her daim çaresizlerin hizmetinde bulunsalar da, bir gün haram ve günah zeminini uygun bulduklarında ona yönelirler. Zira bu insanlar, takvanın sarsılmaz kalesine girememiş ve gönüllerini Allah’a adamamışlardır. Değil mi ya bir insan eğer kalbinin Allah’a boyun eğmesini istiyorsa her şeyden önce Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmalı ve hakkıyla kulluk etmelidir.
e) Cinsel Kimliğin Alenen Sergilenme Yasağı
Kadınların ev ortamı dışında süslenip makyaj yaparak gezmeleri ve cinsel kimliklerini alenen sergilemelerinin cinsel davranış bozukluğu ve sapmalara zemin hazırladığı kuşku götürmez. Kadınların, bir toplum bünyesinin yarısını teşkil ettiklerini göz önüne alacak olursak, onların sağlıklı bir toplumun şekillenmesinde çok önemli bir rol oynadıkları sonucuna varabiliriz. Tabi ki süslenmek ve beğenilme arzusu kadınlarda doğal ve içgüdüsel bir duygudur.
İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurur:
“Hayırlı kadın, kocasıyla baş başayken hayâ perdesini bir kenara bırakan, elinden geldiğince işveli davranan, gönül çelmeye çalışan, süslenip bezenen ancak namahremler karşısında tam anlamıyla hayâ perdesine bürünen kadındır.”[84]
f) Cinsel Sahneleri Hayal ve İzlemekten Sakınmak
Feyz, cinsel şehvetin dengelenip kontrol altına alınması için cinsellikle ilgili konuları konuşmamak gerektiğini özellikle vurgular.[85] Zira sürekli cinsel konularla ilgilenen bir insanın zihni hep cinsel sahnelerle meşgul olur. Özellikle internet yoluyla yayılan görüntülerle ilgilenenler, kesinlikle cinsel sapkınlıkların eşiğinde bulunmaktadırlar. Bu sebeple, din büyükleri hep şunu tavsiye ederler: Aklı başında ve saygın bir insan, fikir, zihin, hayal ve gözlerini kendi kontrolü altına almalıdır. Her düşüncenin peşine takılmamalı, cinsel konularla ilgili hayallere kapılmamalı, tehlikeli telkinlere kulak tıkamalı, boş ve gereksiz sözleri dile getirmek ya da kulak vermekten uzak durmalı, her gördüğü manzara ve görüntüye dönüp bakmamalı ve her çağrıya icabet etmemelidir. Zira tüm bunlar, doğal olarak cinsel konulara cezp ve bütün hayatını heba ederler.
Hz. İsa (a.s) havarilerine hitaben şöyle buyurur:
“Hz. Musa (a.s) sizleri zinadan sakındırdı. Fakat ben, bunun düşüncesini dahi aklınızdan geçirmeyin diyorum. Zira zina düşüncesini aklından geçiren bir insan, içi ziynet ve nakışlarla dolu bir evde ateş yakan birine benzer. Bu ateş, evin kendisini yakmayacak olsa dahi içindeki desen ve nakışları yok eder.”[86]
Evet, Allah’ın nakşını içinde barındıran ve iman ve mânevîyat süsleriyle süslenmiş bir kalpte günah düşüncesi, bütün bu ziynet ve güzellikleri yakıp yok eder.
4. Cinsel Problem ve Sapmalar
Cinsel sapma ve yanlış davranışlar derken maksadımız, dinî kurallar ve ahlâkî ya da eğitimsel ilkelere aykırı; netice itibarıyla dinsel açıdan caiz görülmeyen ve ahlâkî ya da eğitimsel açıdan olumsuz karşılanan her tür bireysel ve toplumsal davranıştır.
İçinde yaşadığımız çağda, insanoğlunun yüz yüze bulunduğu en ciddi buhran ve açmazlar arasında yer alan cinsel problemleri şöylece sıralayabiliriz:
Erken ergenlik, ev ortamında olumsuz cinsel davranışlar, kitle iletişim organları aracılığıyla yayılan pornografi ve bayağılık, toplumda kültürel yozlaşma, kadın ve erkeklerin iç içe bulunması, göz zinası, kendi kendine tatmin, cinsel kimliği sergileme hastalığı, zina, eşcinsellik, cinsel mazoşizm, kadın ticareti, hayvanlarla cinsel ilişki, karşıt cinslerin birbirlerinin elbiselerini giymeleri, namus duyarlılığının azalması, aşırı kıskançlık, sübyancılık, homoseksüellik, cinsel özgürlük, zoraki evlilikler, kadının eşine boyun eğmemesi, cinsel uyumsuzluk, iktidarsızlık vb…
Malum olsa gerek ki, cinsel sapmalar birden bire ve kendiliğinden ortaya çıkmaz. Bu sapmalar, yanlış eğitim, uygunsuz aile ortamı, uygunsuz ilişkiler, kültürel yetersizlik, din ve değerlere yabancılaşma, yoksulluk ve işsizlik, yeterli cinsel eğitim almamış olmak, toplumsal bozulma ve bayağılaşma gibi belirli bazı faktörlerin ürünüdür.
Cinsel sapma ve problemler karşısında İslam’ın önerdiği tek çözüm yolu bireysel ve toplumsal iffet, hayâ ve namus duyarlılığının geliştirilmesidir. Bu hayatî çözümün gerçekleşmesi için de üç ana yol ve yöntem önermiştir:
1. Daimî ve geçici evlilik yoluyla cinsel ihtiyaçların meşru ve sağlıklı bir şekilde temini.
2. Cinsel sapmalara yol açan faktörlere karşı mücadele.
3. Kişi ve fiile göre cezai müeyyideler uygulanması.
Burada yukarıda değindiğimiz cinsel sapma ve problemleri bir bölümünü ele almaya çalışacağız:
Göz Zinası
İnsanların geneli, özellikle de gençler göz zinasına müptela olma eğilimi taşırlar. Bazı insanlar, karşı cinsten birine gözü iliştiğinde, karşıdaki cazibeli bir görüntüye sahipse, dönüp yeniden bakar ve bu zehir yüklü şehvetli bakışı sonuna kadar sürdürürler. Bu tipler, bu davranışla haz alır ve bir tür cinsel doyuma ulaşırlar.
Göz zinası, din ve din âlimleri nezdinde cinsel şehvetin bir neticesidir, bu itibarla da ‘zina’ sayılır. Zira göz zinası, hem birey hem de toplum için birçok açıdan yıkıcı sonuçlar doğurur. Örneğin:
1. Psikolojik açıdan bakıldığında; göz zinası aşağılık duygusu, hasret ve mahrumiyet hissine yol açar.
2. Aile sağlığı açısından bakıldığında; göz zinasına müptela bir kadın ya da erkek, karşı cinsten birine bakıp hoşlandığında onu, kendi eşiyle kıyaslar. Dolayısıyla zamanla kendi eşine karşı ilgisiz ve isteksiz bir tavra sahip olur ve zamanla ailenin temelleri sarsılmaya başlar.
3. Sosyal problemler açısından bakıldığında; göz zinası, iffet sınırlarının yıkılmasına sebep olur. Sonuç itibariyle de toplum kuralsız ve ölçüsüz bir cinselliğin pençesine düşer, tüm kutsallar çiğnenir ve şehvetin sultası altına girer. Dolayısıyla hem bedensel hem de ruhsal sükûnet, huzur ve mutluluğun korunması için güvenli gözetleyici konumunda olması gereken gözler, tam aksine ıstırap, stres ve kriz sebebi olur.
Kur’an-ı Kerim, hem kadın hem de erkeklere hitaben gözlerini korumalarını ve iffete uygun davranmalarını buyurur:
“Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır. Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar…”[87]
Feyz, bu ayetlerin tefsirinde özellikle, “daha temiz ve daha arınmış” anlamlarına gelen ‘ezka’ tabiri üzerinde durur:
“Gözleri, namahremlerden sakınmak, sapma ve problemlerden korunmak maksadıyladır. Açıklamak gerekirse, gözleri namahremlerden sakındırmak, insanı cinsel sapma ve problemlerden muhafaza eder ve onun gelişim ve eğitim zeminini hazırlar. Bu felsefe, ‘ezka’ tabiriyle ifade buyrulmuştur.”[88]
Feyz-i Kâşânî, göz zinasının bireysel ve toplumsal bir problem ve insanı alçaltan bir davranış olduğunu açıklarken ilkin birkaç rivayete istinat eder sonra da bu sapmanın yol açacağı yıkıcı etkinin sonuçlarını izah eder. İmam Sâdık (a.s) şöyle buyurur:
“Namahreme bakmak, şeytanın zehirli bir okudur. Bu ok insanı yere yıkar ve toplumu fesada sürükler.”
Feyz de der ki: “Göz zinası, cinsel eğilim ateşini alevlendirir, cinsel şehvet fırınını tutuşturur ve cinsel baskıyı ikiye katlar, çoğunlukla da hasret ve hüzne yol açar. Bu sebeple de daimî bir ıstırap, sıkıntı ve bunalım kaynağıdır.”[89]
Göz zinası problemine karşı en uygun ve en etkili önlemler ve mücadele yöntemleri:
1. Toplumun bütün kesimleri, göz zinasının yol açacağı ciddi tehlikeler hususunda bilinçlendirilmeli, sabır, metanet, namaz ve dua ile bu probleme karşı mücadele vermelidirler.[90]
2. Herkes şu irfânî eğitim ilkesini kendisine düstur edinmelidir: Kemale erişmek ve melekût âlemine bir yol bulabilmek için alabildiğine geniş ve herkesin yürüyebileceği yollardan biri de gözleri namahremden sakındırmaktır. İmam Sâdık (a.s) şöyle buyurur:
“Sadece Allah rızası için gözünü namahremden sakındıran bir insan, dindarlığın hazzını tadar.”[91]
3. Bütün bireylerinin birbiriyle irtibat içerisinde yaşamak zorunda olduğu bir toplumda, bir insan eğer başkalarının kendi namusuna bakmalarını istemiyorsa, kendisi de hiç kimsenin namusuna bakmamalıdır. Ebu Basir diyor ki:
“Bir erkeğin yakınından bir kadın geçtiğinde çoğunlukla erkek durup o kadının endamını gözleriyle iyice bir süzer!” İmam Sâdık (a.s) şöyle buyurdu: “Peki, sizler de başkalarının sizin kendi namusunuza bu şekilde bakmalarından hoşlanır mısınız?” Ebu Basir: “Hayır!” dedi. İmam Sâdık (a.s) şöyle buyurdu: “Öyleyse, kendin için beğendiğin bir işi, diğer insanlar için de beğen!”[92]
4. Şu derinlikli nükte, her daim göz önünde bulundurulmalıdır: Evet, güzellik görecelidir; ama bütün kadınlar birbirlerine benzerler ve bütün eşler diğer kadınların sahip oldukları her şeye sahiptirler. Bu itibarla Feyz, el-Vâfi kitabında “Kadınlar Birbirlerine Benzerler”[93] başlığıyla özel bir bölüm düzenlemiş ve bu husustaki rivayetleri bir araya getirmiştir.
Hiç kimse şu zan ve evhama kapılmamalıdır: “Namahreme bakmakla ne olur ki? Bir bakışın ne önemi olabilir ki?” Zira Hz. İsa (a.s) şöyle buyurur:
“Namahreme bakmaktan kesinlikle sakının! Zira kalplerde şehvet tohumu eker ki bu, başlı başına bir fitnedir.”[94]
Kendi Kendini Tatmin
İstimna, mastürbasyon, kendi kendine doyum ya da rivayetlerdeki tabirle ‘elle doyum’ hem bilimsel hem de dinî açıdan zararlı ve çirkin bir davranıştır. Bu davranış, kişinin cinsel organını elle tahrik ederek orgazma ulaşmasıdır. Tıp bilginleri ve psikologlar, elle doyumun zararları arasında görme zayıflığı, baş ağrısı, asap zayıflığı, bağışıklık sisteminde zaaf, göz ağrısı, renk uçukluğu, zayıflık, nefes darlığı, anemi, iştahsızlık, cinsel iktidarsızlık, erken boşalma gibi fiziksel rahatsızlıkların yanı sıra psikolojik açıdan da asosyallik, ümitsizlik, depresyon, hayati problemlere dönük ilgisizlik, üzüntü, iradesizlik, dikkatsizlik, hafıza zayıflığı gibi sonuçlar doğurur.
Feyz, el-Vâfi ve Mefatihu’ş-Şerayi’ kitaplarında bu konuya dair üç önemli nükteye değinir:
1. İstimna, büyük günahlardan biridir. Bu amel ‘zinanın bir türü’, ‘elle nikâh’, ‘kişinin kendi kendisiyle evliliği’, ‘silkelenmek’ gibi tabirlerle ifade edilmiştir.[95]
2. İstimna, şer-i hâkim nezdinde ispatlandığı zaman, işin fâilini cezalandırabilir. Nitekim Hz. Emiru’l-Muminin’in (a.s) kendisi bu cezayı uygulamıştır.[96]
3. Bu problemin çözüm yolu evliliktir. Nitekim Hz. Emiru’l-Muminin (a.s) istimna yapan birini, elleri morarıncaya kadar cezalandırmış sonra da beytülmal hazinesinden evlenmesine yardımcı olmuştur.
Malum olsa gerektir ki kendi kendine doyumun tek çözüm yolu, evliliktir. Bu sapkın eylemi önlemek için diğer birçok faktörden daha söz edebiliriz. Örneğin: Cinsel arzuları tahrik eden film ve sahneleri izlememek, şehvet uyandıran resim ve görüntülere bakmamak, müstehcen roman ve hikâyeler okumamak gibi olumsuz faktörlerden uzak durmak cinsel tahrikin önünü alabilir. Boş vakitler de sağlıklı ve meşru uğraşı ve eğlencelerle doldurulmalı ve özellikle spora çok önem verilmelidir. Ayrıca yalnız kalmaktan ve kötü alışkanlıkları olan arkadaşlardan kesinlikle uzak durulmalı, Allah’a tevekkül ederek ve namaz ve duanın gölgesine sığınarak bu kötü alışkanlıkla mücadele edilebilir.
Zina
Aralarında evlilik bağı olmayan kadın ve erkeğin iç içe yaşamaları ve cinsel temasta bulunmaları, insanlık tarihinin en içler acısı trajedilerindendir. Bu çirkin iş, içinde yaşadığımız sözde özgürlük çağında kitle iletişim araçları ve internet yoluyla gitgide yaygınlaşmaktadır. Öyle ki hatta bazı ülkeler, bütçelerinin büyük bir kısmını seks turizmi yoluyla elde etmektedirler. Bu arada din ve mânevîyata yabancılaşma, fakirlik, ekonomik göç, uyuşturucu alışkanlığı, aile bağlarının çözülmesi, kimlik bunalımı, sapık ilişkilerin normalleşmesi ve benzeri faktörlerin bu çirkin olgunun daha geniş boyutlar kazanmasına sebep olmuştur.
Bu gidişat karşısında, en doğru tutum İslam’ın tavrıdır. Yuce Allah, Kur’an-ı Kerim’de zina ile ilgili dikkate şayan üç nüktelere değinmiştir.
Bu cinsel sapmaya karşı mücadele için birçok faktörden faydalanılabilir. Mesela mânevîyat ve dinî inançların güçlendirilmesi, aile ve toplum sathında sevgi ve dostluğun yaygınlaştırılması, aile ve toplum ortamının cinsel tahrik etkenlerinden arındırılması, halkın en asgari düzeyde de olsa maddî refaha kavuşturulması, mesleki yeteneklerin geliştirilmesi, bilgi ve tahsil düzeyinin yükseltilmesi, gençlerin boş vakitlerinin meşru ve sağlıklı uğraşı ve eğlencelerle doldurulması, cinsel düşüncelerin sağlıklı bir zemine oturtulması gibi etkenleri sayabiliriz.
Eşcinsellik
İnsanın hem fıtratı hem de yaratılışıyla bağdaşmayan sapmalardan bir diğeri de eşcinselliktir. Bu sapmanın en bariz özelliği aynı cinsten olan kişilerin birbirlerine karşı cinsel alaka duymalarıdır. Kadınlar arasındaki bu sapma ‘musahaka’ (lezbiyenlik) diye isimlendirilir ki burada tam anlamıyla bir cinsel ilişkiden söz edilemez. Zira kadınlar birbirleriyle cinsel ilişki kuramazlar. Tek yaptıkları birbirlerini tahrik edip orgazma ulaştırmaktır. Fakat erkekler arasındaki bu ilişki ‘livata’ diye isimlendirilir ki burada gerçek manada bir cinsel ilişki söz konusudur. Birçok Batılı ülke tarafından bu sapkınlık, resmi olarak tanınmış olsa da aklı başında bilginler tarafından tiksinti verici, utanç vesilesi ve cinsel bir sapıklıktır.
Kur’an-ı Kerimde, Lût kavminin eşcinsel eğilimleri ele alınmış ve dikkate şayan iki nükteye vurguda bulunulmuştur:
1. Eşcinsellik, fıtrî yasalar ve doğal evlilik düzeninden yüz çevirmek, bu sınırları aşmak ve bir azgınlık örneğidir.[97]
Feyz, Araf suresinin 81. ayetinin tefsirinde şöyle der:
“Eşcinsellik, büyük bir cinsel sapıklık, fıtrat ve tabiat yasalarından bir sapma olarak değerlendirilmiştir.”[98]
2. Kur’an-ı Kerim’de eşcinselliğin sonuçlarına da değinilmiştir. Buna göre bu iş, insanın azaba uğrama nedeni ve fiziksel, ruhsal, bireysel ve sosyal birçok hastalığın sebebidir. Yuce Allah, bu tiksindirici işe eğilim gösteren Lut kavmi hakkında şöyle buyurur:
“Üzerlerine bir azap yağmuru yağdırdık. İşte bak, suçlu kâfirlerin sonu nice oldu!”[99]
İslam dini, bu cinsel sapıklığın önünü almak ve bu doğrultuda bir mücadele yürütebilmek için birkaç yöntem öngörmüştür:
1. Aynı cinsten olanların tek bir örtü altında uyumaları menedilmiştir. Feyz-i Kâşânî “tek bir örtü altında yatmak” başlığı altında on dokuz rivayet nakletmiştir. Bu hadisler, içerik olarak iki bekâr erkek, iki bekâr kadın ya da bir erkek bir kadın iki kişinin tek bir örtü (yorgan, battaniye, çarşaf vb.) altında yatacak olurlarsa, bu işleri bir zaruret dolayısıyla değilse, haklarında tazir (şer’î hâkimin belirleyeceği ceza) uygulanmalıdır. Anlaşılacağı üzere, bu hükmün gayesi önlem amaçlıdır ve cinsel sapmaları engelleme yolunda etkin bir rol oynar.[100]
2. Erkek çocuklara sarılıp şehvetle öpmek, şiddetle menedilmiştir.
3. Rivayetlerde, erkekleri kendisine çağıran ve pasif (mef’ul) konumda bulunmak isteyen erkeklerden söz edilmiş ve bu tiplerin bu sapıklıktan vazgeçmedikleri durumda cezalandırılmaları gerektiği vurgulanmıştır.[101]
Karşı Cinsin Kıyafetlerini Giyinmek
Cinsel sapmalardan biri de karşı cinsin kıyafetlerini giyinmektir. Bu anormal cinsel davranışa eğilim gösterenler, karşı cinsin giysilerini giymek, aynı makyajı kullanmak ve davranışlarını taklit etmek suretiyle bir tür tatmin duygusu yaşarlar. En genel anlamıyla bu davranışa yönelenler kendi cinsel rol ve ödevlerine aykırı davranırlar. Bu cinsel kimlik bunalımı, kızlar gibi giyinip hareket eden, cinsel kimliğini özümseyememiş ve eşcinsel eğilimler taşıyan fertlerde ortaya çıkmaktadır. Bu sapmanın sebebini, uygunsuz eğitim, aile içi ilişkiler, yaşıt gruplar içerisindeki olumsuz örnekler, kültürel gerilik, iletişim araçları ve dini-ahlâkî değerlerden uzaklaşmak gibi zeminlerde aramak gerekir.
Açıktır ki erkeklerin kadınlara ve kadınların erkeklere benzeme eğilimi, İslam dininin kadın ve erkekler için sosyal ilişki ve sorumluluklar hususunda tayin etmiş olduğu konum ve rol ve ayrıca bu iki sınıf arasında riayet edilmesini sâlik verdiği iffet ve hayâ kriterlerine tamamen aykırıdır. Bu itibarla Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurur:
“Kendilerini kadınlara benzeten ve onların kıyafetlerini giyinen erkeklere Allah lanet etsin! Kendilerini erkeklere benzeten kadınlar Allah’ın rahmetinden uzak olsun!”[102]
Namus Konusunda Duyarsızlık
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun!”[103]
Bu semavî emir, insandaki ‘kendine düşkünlük’ ve ‘kemâl arayışı’ fıtratına seslenmekte ve insanoğluna eş ve evlatlarının davranışları hususunda hassas olmak ve gözetleyip kollamak vazifesini yüklemektedir. Demek ki bir insan ailesindeki anormal cinsel davranışlar karşısında duyarsız kaldığında, namusunu koruma duygusunu yitirdiğinde aslında bir tür cinsel sapmaya duçar olmuş sayılmalıdır. Bu sapma, günümüzde günbegün yaygınlaşmaktadır. Bazı insanların, eş ya da kızlarının anormal cinsel davranışlarına şahit oldukları halde hiçbir tepki göstermediklerine artık çok sık rastlanmaktadır. Bu tipler, eş ya da kızlarının evden çıkarken nasıl süslendiklerini, nerelere ve kimlere gittiklerini çok iyi bilmelerine rağmen asla ses çıkarmaz ve itiraz etmezler.
Feyz-i Kâşânî, el-Vâfi kitabında ‘Bâbu’l-Gayre’ başlığı altında gayretsizlik (namus duyarsızlığı) ve namuslu bir insanın özelliklerine dair birçok rivayet nakletmiştir.[104] Bu rivayetlerde şu tabirler yer almıştır: “Eşinin cinsel açıdan uygunsuz ve anormal davranışları karşısında duyarsız davranan bir erkek, melekler nezdinde ‘deyyus’ diye anılır.”[105] Ayrıca böyle bir erkek “kalbi baş aşağı duran” anlamında menkusu’l kalb diye de nitelendirilmiştir.[106] Böyle biri, “iman ruhu elinden alınmış”[107] “Allah’ın bizar olduğu”[108] “cennetin haram kılındığı ve cehenneme müstahak”[109] bir insandır. Feyz, ‘namus duyarlılığı’ ile ilgili şöyle der:
“Bu duyarlılık ve gayret, hadis ve rivayetlerde öylesine yüceltilmiştir ki hatta Allah’a dahi ‘gayur’ sıfatı atfedilmiştir.[110] Bu sıfat öylesine şereflidir ki peygamberler bu uğurda yarış içerisine girmişlerdir. Bunun sebebi, gayretin izzet ve saygınlıkla iç içe oluşu ve bir insanın izzet ve saygınlığı ölçüsünde namus duyarlılığına sahip olması gerçeğidir.”[111]
Feyz, bu duyarlılığı “izzet ve saygınlık hasletleriyle iç içe bir koruma ve kollama” duygusu diye tanımlar ve şu sonuca varır:
“Namuslu bir insan, başkalarının özel hayatlarına girmeye tenezzül etmez ve başkalarına da kendi özel hayatına girme iznini vermez. Bu itibarla rivayetlerde şu tabir kullanılmıştır: Namuslu bir insan, zina etmez!” [112]
Arz ettiğimiz üzere Feyz bu konuya dair birçok rivayet nakletmiştir. Fakat biz sadece ikisini aktarmakla yetineceğiz:
İmam Sâdık (a.s) şöyle buyurur:
“Yüce Allah, yakınlarının cinsel açıdan uygunsuz davranışlarını gördüğünde onları bu işten alıkoyan namuslu bir insanı yüceltir. Gayreti (namus duyarlılığı) olmayanlar; yani eş ve çocuklarının uygunsuz davranışlarını görüp de ses çıkarmayanlara gelince; Yüce Allah iman ruhunu onlardan alır ve melekler onu ‘deyyus’ diye anarlar.”[113]
Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurur:
“Bir kadın süslenerek ve güzel kokular sürünerek evden çıkıyor ve kocası da bu duruma razı oluyorsa, o kadının attığı her adım karşılığında, o koca için ateşten bir ev yapılır!”[114]
Yersiz Kıskançlık
Namus duyarsızlığı nasıl anormal bir davranışsa, aynı şekilde aşırı ve yersiz duyarlılık ve kıskançlık da sağlıksız bir tepkidir. Bu davranışın kökeni suizandır ve çoğunlukla namusa hakaret, iftira ve lanetleşme ile sonuçlanır. Dahası suçlamaya maruz kalan şahsı da anormal ve sağlıksız davranmaya sev eder ve sonuçta aile hayatının sarsılıp dağılmasına dahi yol açabilir.
Feyz, ‘Bâbu’l-Gayre’ bâbının sonunda İmam Ali’den bir rivayet nakleder: İmam Ali (a.s) İmam Hasan’a yazdığı mektupta şöyle buyurur:
“Yersiz gayret (kıskançlık) sergilemekten kesinlikle kaçın! Zira bu temiz kadınları dahi kötülüğe yönlendirir…”[115]
5. Kız-Erkek İlişkileri
Dinî toplumların en büyük problemlerinden biri, kız erkek ilişkileridir. Zira günümüzde insan, uygarlık ve modernizmin gelişip yayılması, kadınların kültürel ve sosyal etkinliklere katılmalarını zorunlu kılmış ve kadın erkek ilişkilerini çok geniş bir sahaya yaymıştır. Elbette bu durum toplumsal hayatın daha bir canlılık kazanmasına katkı sunmuştur; fakat diğer taraftan, günümüzde insanoğlunun hayatını tehdit eden en büyük tehlike; yani cinsel problem ve sapmalar da işte bu zeminde gelişmiş kadın-erkek ve kız-erkek çocukların gayri meşru ve anormal cinsel ilişkiler yaşamalarını beraberinde getirmiştir. Bu problem, bir tür cinsel lümpenizm ve sosyo-kültürel yozlaşmaya yol açmış, birçok cinsel suç ve sapkınlığın ana faktörü olmuştur. Sonuç itibariyle de bilimsel gelişmelerin önünü tıkamış, evlilik kurumu ve aile yaşamının temellerini ciddi anlamda sarsmıştır.
Şimdi acaba toplumun yarısını oluşturan kadınların aile ilişkileri, çocuk eğitimi, kişisel ve toplumsal sahayla ilgili sorumluluk, etkinlik ve gelişimlerini engellemeyecek bir şekilde toplum genelinde varlık göstermelerini temin edecek geniş çaplı ve sistematik bir programlama mümkün müdür? Tabi ki bu programlamada toplumun cinsel suç, sapma ve davranışsal bozukluklara yönelmesini engelleyecek müeyyideler de göz önünde bulundurulmalıdır. Peki, bu gayenin gerçekleşmesi doğrultusunda kız ve erkek çocukların ilişkileri nasıl ve hangi düzeyde olmalıdır? Bu sorular, kız-erkek çocuklar arası irtibatın cinsel eğitimle ilgisi anlaşılmış olmalıdır.
Makalemizin bu bölümünde, özet olarak kadınların toplumsal ödevlerini ifa edebilmeleri için kadın-erkek sosyal ilişkilerinin mahiyeti ve sınırları ile ilgili muhtelif görüşleri inceledikten sonra Feyz’in konuya dair fikirlerini incelemeye çalışacağız. Daha sonra ise kadın-erkek münasebetinde gündeme gelen ortak bir mekânı paylaşma, göz teması, sözsel ilişki, el sıkışma, arkadaşlık, şakalaşma, mesleki irtibat ve benzeri konulara dair hükümleri Feyz’in görüşlerine istinaden mütalaa edeceğiz.
Kadın ve Erkek Arası Münasebetin Sınırları
Özellikle içinde yaşadığımız çağda, kadının sosyal rolleri ve buna bağlı olarak da sosyal ilişkilerde kadın-erkek münasebetinin kaçınılmazlığı tartışmasızdır. Zira sosyal gerçeklik, eğitimsel ve mesleki zaruretler ve hizmet sektörü kadının toplum içerisinde varlık göstermesini zorunlu kılmaktadır. Öyle ki sosyal bünyenin yarısını teşkil eden kadınları görmezden gelmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Elbette unutulmamalıdır ki günümüzde dinî toplumun dahi zihin ve fikir dünyası feminist ve liberal dünya görüşünün görünmez sultası altına girmiş ve kadının sosyal rolü hususunda Batı’nın kadın eksenli bakış açısı peşinen kabul edilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla bu konuya dair bütün görüşler, bu bakış açısı temel alınarak değerlendirilmekte hatta dinî metinlerde yer alan ancak bu ölçüyle bağdaşmayan bütün öğretiler tevil edilmekte ve yeni bir okumaya tabi tutulmaktadır!
Bununla beraber kadının sosyal rolleri ve buna bağlı olarak kadın-erkek münasebetinin kaçınılmazlığı tartışma götürmez. Ancak kadın-erkek münasebetinin sınırlarıyla ilgili üç teori ileri sürülmüştür: 1. Zaruret düzeyinde irtibat 2. Akıl ve örfe uygun düzeyde irtibat 3. Kadın-erkek karışık toplu irtibat.
Feyz’e göre bu üç görüşten kabul ettiği ikinci görüştür: Peygamber zamanında kadınlar toplum içerisinde varlık gösterebiliyorlardı. Dolayısıyla kadınların makul ve örfe uygun bir düzeyde toplumda varlık göstermeleri ve kadın-erkek arası diyalog ve muaşeret hiçbir şekilde sakıncalı görülemez. Tabi ki şeriatın belirlediği sınırlar gözetilmelidir. Bu görüş hem akıl hem fıtrat hem de şeriatla uyumludur.
Kadın-Erkek Karışık Karma Ortamlar
Bazılarının zannınca, içinde yaşadığımız şu teknoloji ve iletişim çağında kadın-erkek karma ortamlar artık bir problem olmaktan çıkmış, aradaki sınırlar tamamen kalkmış, kadın-erkek münasebeti tamamen normal bir kıvama gelmiş, hatta zorunlu bir keyfiyete bürünmüş ve bu yüzden de modern toplumlar daha zinde ve verimli bir konum kazanmıştır. Dolayısıyla artık bizim de bu sınırları kaldırmamız, bu münasebeti normal karşılamamız gerekir ki uygarlık kervanından geri kalmayalım. Dinî öğretilere gelince; çaresiz modern değerlere göre yeniden yorumlamalı ve uyumlu bir içerik kazandırmalıyız.
Bu yaklaşımın günümüzde artık alıcısı kalmamıştır. Zira bu proje, kadının konum ve saygınlığının ayaklar altına alınması ve cinsel bir obje olarak görülmesi dışında bir sonuç doğurmamıştır. Son asırlarda insanoğlunun içine düştüğü çıkmaz, bunun en bariz kanıtıdır. Çünkü kadın-erkek karma toplumlarda toplumun en asli rüknü olan aile mefhumu, en büyük darbeyi yemiştir. Onlar kadınların aktif ortaklığı, ekonomik ve cinsel özgürleşme ve benzeri söylemlerle ailenin en temel direği olan kadını bu sahadan uzaklaştırarak ele ayağa düşürmüş ve hayvanî arzuları gerçek aşkın yerine ikame etmişlerdir. Bu yüzden de ev ve aile ortamı samimiyet, huzur ve sevgiden yalıtılmış evlilik müessesesi git gide anlamsızlaşmıştır. Nitekim günümüzde evlilik oranı gitgide azalmaya ve boşanma oranları yükselmeye başlamıştır.
Din, din bilginleri ve dindar sınıflar nezdinde; bu cümleden büyük filozof ve fıkıhçı Feyz-i Kâşânî’ye göre kadın-erkek karma ortamlar gayet olumsuz görülür ve bir başına birçok problemin kaynağı olarak görülür. Burada Feyz’in istinat ettiği birkaç rivayeti aktarmakla yetineceğiz:
Feyz, el-Vâfi’de ‘Bâbu’l-Gayret’ bölümünde şu rivayeti nakleder:
Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hz. Fatma’ya (s.a): “Bir kadın için en hayırlı ve en iyi şey nedir?” diye sordu. O: “Namahremin onu görmemesi ve onun da hiçbir namahremi görmemesidir” diye cevap verdi. Resulullah, kızının bu cevabını çok beğendi, onu takdir etti ve bağrına bastı.[116]
Bu içerik başka bir şekilde daha nakledilmiştir. İmam Ali (a.s) şöyle buyurur:
Allah Resulü’nün huzurunda bulunuyorduk. O: “Bir kadın için en hayırlı olan nedir?” diye sordu. Hiç kimse cevap veremedi. Ben, eve döndükten sonra, olan biten her şeyi Hz. Fatma’ya (s.a) anlattım. Zehra (s.a) şöyle dedi: “Ben, Allah Resulü’nün sorusunun cevabını biliyorum. Bir kadın için en hayırlı ve iyi şey, namahrem erkeklerin onu görmemesi ve onun da namahremleri görmemesidir.” Ben, bu cevabı duyduktan sonra Allah Resulü’nün yanına döndüm ve sorusunun cevabını verdim. O: “Bu cevabı kimden öğrendin?” diye buyurdu. “Fatma’dan” dedim. O da: “Fatma benim bir parçamdır” diye buyurdu.[117]
Kadınların efendisi Hz. Zehra’nın (s.a) derinlikli, güzel ve Allah Resulü’nün övgüsüne mazhar bu sözü, bütün zaman ve zeminlerdeki bütün kadınlar için temel bir ilke ve ölçüdür. Bu söz, asla değişim ve dönüşüme maruz kalmaz. Zira burada söz konusu olan ‘kadın’dır; dün ya da bugünün kadını değil. Bu sözün değeri, günümüz modern toplumlarında daha bir aşikârdır. Zira artık herkesçe anlaşılmıştır ki kadın-erkek karma yaşam tarzı, kadının saygınlık ve değerini ayaklar altına almaktadır.
Feyz, bu yaşam tarzına son vermek için yine rivayetlerden yola çıkarak bazı çözüm yolları önerir:
1- Yolda yürürken kadınlar yolun ortasında hareket etmemeli, sokak ve duvar kenarlarında yürümelidirler. Bu içerikte üç rivayet varit olmuştur.[118]
2- Erkekler içinde kadınların da bulunduğu mekânlara girerken izinsiz girmemeli, ilkin izin istemeli, ev sahibi izin verdikten sonra girmelidirler. Bu konu da Cabir’in Resulullah’la (s.a.a) birlikte Hz. Fatma’nın (a.s) evine gitmesi kıssasından anlaşılmaktadır.
3- Allah Resulü (s.a.a) kadınlarla namahrem erkeklerle tek başına bir mekânda bulunmamaları üzere biatleşmişti.
4- Allah Resulü (s.a.a) kadınlarla erkekler arasındaki sınırın korunması gerektiğini özellikle vurgulamıştır. Peygamberimizin (s.a.a) eşlerinden Aişe ve Hafsa, Peygamber’in huzurunda bulunuyorlardı. O esnada Ümmü Mektum adında âmâ bir adam içeri girdi. O, eşlerine: “Kalkın ve kendi odalarınıza çekilin” diye buyurdu. Eşleri: “Fakat onun gözleri görmüyor ki?” dediler. Resulullah (s.a.a): “Evet, o sizi görmüyor; ama siz onu görebiliyorsunuz” diye buyurdu. [119]
5- Ehl-i Beyt’ten (a.s) nakledilen rivayetlerde de bu sınırın korunması gerektiği hususu vurgulanmıştır. Muhammed bin Tayyar şöyle der:
Medine’ye vardım. Satmak için bazı şeyler getirmiştim. Kiralamak için bir ev arıyordum. Bir kadının evinin adresini bana verdiler. Evin sadece iki odası vardı. Odaların biri, genç bir kadın olan ev sahibine aitti ve diğeri ise kiralıktı. Kadın, bana bir odayı kiralayabileceğimi söyledi. Ona: “Ben genç bir insanım ve bu iki oda arasında sadece bir kapı var!” dedim. Kadın: “Ben kapıyı kilitlerim” dedi. Bu fikir hoşuma gitti, eşyalarımı odaya yerleştirdim ve ona: “Kapıyı kilitle” dedim. Kilitleyecek gibi görünmüyordu. Sonra İmam Sâdık’ın (a.s) huzuruna vardım. Başımdan geçen bu olayı anlattım. O: “O odayı kiralama! Zira namahrem bir kadın ve erkeğin yalnız başına kalmalarının sonu harama varır” diye buyurdu.[120]
6- Malum olduğu üzere, zaruret durumları bu hükümden müstesnadır. Adamın biri İmam Bâkır’a (a.s) şöyle bir soru sordu:
“Kadının biri bir kaza geçirmiş, elleri ayakları kırılmış ya da yaralanmış. Tedavisi için kadın doktordansa erkek bir doktor daha uygundur. Acaba erkek bir doktor muayene ve tedavi maksadıyla onunla ilgilenebilir mi?” İmam: “Eğer böyleyse, caizdir” diye buyurdu.[121]
Göz Teması ve Bakışma
Cinsel eğitim konusunu işlerken, ‘namahreme bakma’ konusuna sık sık değindik ve yeri geldikçe konunun farklı boyutlarını açıklamaya çalıştık. Burada kız-erkek ilişkileri kapsamında gündeme gelebilecek ilişkilerden biri de ‘göz temasıdır’. Dolayısıyla özet bir şekilde de olsa konuyu bu açıdan da incelemek gerekir. Hiç kuşkusuz bir insanın bakışları, onun iç dünyasında cereyan eden duygular, heyecanlar ve arzuları yansıtabilir. Zaten bu yüzden “göz, kalbin aynasıdır” derler. Bu bakımdan din açısından bir erkek ve kadının birçok kez bakışmaları şehvani arzuların bir tezahürü ve şeytanın attığı zehirli bir ok diye değerlendirilir.
Feyz, birçok eserinde cinsel şehvetin güç, enerji ve azgınlığı hakkında bazı tespitlerde bulunmuş ve buna karşı koyabilecek yegâne gücün iffet bilinci olduğunu belirtmiştir. Ona göre pratik sahada ise atılacak ilk adım gözleri namahremlerden sakındırmaktır. Feyz, Ehl-i Beyt hadislerine istinaden şöyle der:
“Şehvetli bakışlar, hem birey hem de toplumun çöküşünün ilk nedenidir. Gözleri haramdan korumanın en paha biçilmez faydaları, imanın kalplerde güçlenmesi, iman hazzının iç dünyada hissedilmesi, ibadetlerde zindelik ve kalp yumuşaklığıdır.”[122]
Daha önce Feyz’in dilinden Hz. Yusuf (a.s) kıssasının tüm iffetli insanlar için örnek alınması gerektiğini belirtmiş ve şu özel mesajı aktarmıştık:
“Gözleri günahlardan ve cinsel sahnelerden sakındırmak, mana âlemlerine giriş ve manevî feyizlere mazhar olmak için ilk adımdır.”
Rivayetlerde de belirtildiği üzere bir insan eğer Allah korkusuyla gözlerini şehvetli bakışlardan korursa, Allah ona öyle bir iman bahşeder ki onun hazzını ruhunda hisseder. Buna mukabil, alçalmanın ilk adımı da namahreme bakmaktır. Hatta dinî toplumların düşüşüne sebep olan başlıca nedenlerden biri de namahreme bakmanın normalleşmesidir.
El Vermek
Dinî ve ahlâkî öğretiler gereği, Müminler birbirleriyle karşılaştıklarında el sıkışmalıdırlar. Zira ‘musafaha’ sevgi bağlarını güçlendirir ve kırgınlıkların önünü alır. Bir rivayete göre: “İki mümin birbirleriyle karşılaştığında el sıkışacak olursa, ağaçların yaprakları nasıl dökülüyorsa günahları da aynı şekilde dökülür.”[123] El sıkışma şekli şöyledir: Karşı tarafın el ve parmaklarını tutmalı o, elini bırakmadıkça bırakmamalıdır. Ayrıca arada elbise ya da herhangi bir şey bulunmamalıdır. Zira bu, çok çirkin bir harekettir.[124]
Bütün bu âdâba rağmen, İslam’a göre namahrem biriyle el sıkışmak haramdır. Bu haramı çiğnemek için ise hiçbir bahane hoş görülmez; ne arkadaşlık, ne akrabalık, ne iş arkadaşlığı ne de siyasî ve diplomatik kaygılar namahremle el sıkışmak için bahane olabilir. Feyz, bu hükümle ilgili Ehl-i Beyt rivayetlerine istinat eder. Biz burada sadece birini nakletmekle yetineceğiz:
İmam Sâdık’ın (a.s) ashabından Semae, bir erkeğin namahrem bir kadınla el sıkışmasının hükmünü sordu. İmam Sâdık (a.s): “Namahrem bir kadınla el sıkışmak haramdır” diye buyurdu. O, başka bir rivayette ise şöyle buyurur: “Allah’ın gazabını neden olur.[125]”
Tabi ki dinî duyarlılığı olan bir insan, bütün hayatını dinin öngördüğü programa göre düzenlemek ister. Arkadaşlık ilişkileri, insanlarla muaşeret ve irtibatlarında şahsî arzular ve muhtelif bahaneleri değil, her daim dinin hükümlerini gözetir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.a) Mekke’nin fethinden sonra biatleşmek isteyen kadınlara elini vermemiştir. Aişe’nin tabiriyle, Peygamber Efendimizin mübarek eli ömrü boyunca asla namahreme değmemiştir.
Arkadaşlık
Arkadaş bulmak, arkadaşlığı muhafaza etmek arkadaşlık hukukuna riayet etmek maharet ister. Zira bu meydanda at koşturmak isteyen mahir bir insan, yüce bir ruh, gökyüzü enginliğinde bir hoş görü ve okyanus büyüklüğünde bir gönül sahibi olmalıdır. Çoğu insan bu özellikleri taşımaz. İmam Ali (a.s) şöyle buyurur:
“İnsanların en zayıfı, bir arkadaş bulmaktan aciz olandır. Ondan daha zayıfı ise arkadaşlarını elden veren ve onları muhafaza edemeyendir.”[126]
Buna göre, sıcak ve sevgi yüklü bir ilişki, bir güçlülük ve maharet göstergesidir. Dolayısıyla bu güç ve mahareti kazanmak için çabalamak gerekir.
Fakat tüm bu imtiyazlara rağmen heva-heves, şehvet ve günah şaibesi taşıdığı için kız ve erkekler arası arkadaşlıklar hoş karşılanmaz ve haram bilinir. Zira bu, ahlâksızlık, fesat ve sosyal problemlerin yaygınlaşması yönünde bir zemindir. Tecrübe ile sabittir ki bu tür arkadaşlıklar, aldatma, perişanlık ve el âlemin kadın ve kızlarını oyuncak haline getirmek dışında bir sonuç doğurmamıştır.
Göz teması, sözsel ilişki ve kadınlarla tokalaşma konularını işlerken ele aldığımız konular ve Feyz’in istinat ettiği metinler ve yorumlarını göz önüne alacak olursak, çoğunlukla heva-heves ve şehevi dürtülerle kurulan kadın-erkek arkadaşlığının haram ve sakıncalı bilinmesinin daha evla olduğu katiyetle anlaşılmış olur. Dahası, topluma hâkim kültürel atmosfer çoğunlukla suizan ve iftiraya müsaittir. Bu tür arkadaşlıklar ise bu tarz algılar için en münasip zemindir ve dinimiz, bize iftiraya konu olabilecek ortam ve vaziyetlerden kaçınmayı emreder. Dolayısıyla bu tür ilişkiler asla doğru değildir. Tüm bunların ötesinde kız-erkek arkadaşlığı şer’î açıdan sakıncalı olan göz teması, sözsel ilişki ve el sıkışmak gibi kadın ve erkek arasındaki sınırları kaldıran tüm ilişkileri de doğal olarak beraberinde getirir. Mamafih kız-erkek arkadaşlığı, şehvet, heva-heves ve kadının araçsallaştırılması gibi sonuçları dolayısıyla haramdır ve ne akıl ne de iffet ve hayâ çerçevesine sığar. Tabi ki bu yasak, hem birey hem de toplumun genel maslahatlarını korumak adınadır.
Günümüz toplumunda, özellikle erkekler ve gençler açısından bir kız arkadaş edinmek, bir tür başarı, sosyal konum edinmek ve gözü açıklık olarak değerlendirilmektedir. Kızlar ise erkeklerle arkadaşlığı bir tür cazibe göstergesi olarak görmektedirler. Oysa bu tür dostluklar, örfe uygun normal davranış kuralları dâhilinde görülmez. Bilakis iffet ve hayâya aykırı bilinir. Bu yüzden de birçok problem için bir kaynak hükmündedir. Bu problemler ise sadece kız ya da erkeği değil belki aileleri ve toplumun genelini kuşatır. Zira kız-erkek arkadaşlığı ateş ve pamuk ilişkisi misalidir ve bu ilişki her iki tarafında namusunun kirlenmesi ve yüz akının dökülmesine yol açabilir. Kur’an-ı Kerim, iki ayette kız-erkek ilişkisine değinmiş ve dikkate şayan üç temel nükteye dikkat çeker:
1. Kız-erkek arkadaşlığı, çoğunlukla şehvet eksenlidir ve cinsel ilişkiyle sonuçlanır. Dolayısıyla çok ağır sonuçları vardır. 2. Liyakat sahibi bir eşin özelliklerini sayarken ‘namuslu olmak’ ve ‘erkek arkadaş edinmemek’ şartlarına vurguda bulunur. Aksi durumda böyle biri eş olmaya layık değildir. Aynı şekilde kız arkadaşı olan bir erkek de iyi bir koca olma liyakatine sahip değildir. 3. Kur’an, ‘namuslu olma’ kavramını da tanımlamıştır.
Dolayısıyla kız-erkek arkadaşlığı, ya doğrudan gayri meşru cinsel bir davranıştır ya da gayri meşru ilişkilere yol açan bir nedendir. Tabi ki hiçbir kız ya da erkek cinsel sapkınlık adına karşı cinsle arkadaşlık kurmaz. Bilakis ilk başlarda okul arkadaşlığı, insani sevgi ve alaka, göksel aşk ve benzeri duygular ağır basar. Fakat zamanla bir an kendilerine dönüp baktıklarında rezil ve rüsva olma dışında bir akıbetleri olmadığını görürler. Son olarak tekrar hatırlatmak isteriz ki İslam ve din bilginleri açısından kız-erkek, kadın-erkek arkadaşlığı sadece evlilik ilişkisi kapsamında meşrudur.
Namahrem Bir Kadın ve Erkeğin Tek Başlarına Bir Mekânda Bulunmaları
Namahrem bir erkek ve kadının tek başlarına bir mekânda bulunmaları, cinsel şehveti tahrik eden bir zemin, şeytanın vesveselerinin etkili olacağı bir fırsat, günaha düşme vesilesi ve hem fert hem de toplumun ciddi problemlerine yol açabilecek bir faktördür. Bir kadın ve erkeğin tek başlarına bir mekânda bulunmalarından maksat, bir kadın ve erkeğin üçüncü bir şahsın giremeyeceği bir yerde bulunmalarıdır.
Allah’a inanan ve takva ehli kadın ve erkekler, kendileri bilfiil böyle bir davranışta bulunmak bir yana hatta istemeden de olsa böyle bir konumda yer almaktan şiddetle kaçınırlar. Hz. Meryem (a.s) bir gün böyle bir konumda yer almıştı:
“ (Cebrail) ona tam bir insan olarak görünmüştü.” O, aniden karşısında genç bir erkeğin belirdiğini görür görmez çok korkmuş, endişelenmiş ve ona şöyle demişti: “Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah) a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma!)” Tabi ki yakışıklı bir genç görünümünde Meryem’in karşısına çıkan Cebrail ona şu cevabı vermişti: “Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim!” [127]
Bu ayet, iki incelikli mesaj içermektedir: Bir: Takva ehli bir erkek namahrem bir kadınla tek başına kalacağı bir ortama asla girmez. İki: Böylesi tehlikeli bir ortamda bulunmak zorunda kalan bir insan, sadece Allah’ın özel inayetiyle bu vaziyetten kurtulabilir. Nitekim Yusuf-ı Sıddık dahi Allah’a sığınmak zorunda kalmış “maazallah!”[128] demişti.
Feyz, bu konuyla ilgili birçok rivayete istinat etmiştir. Mesela İmam Sâdık (a.s) şöyle buyurur:
“Kadınların Peygamber Efendimizle (s.a.a) biatleşmesi esnasında biate konu olan birkaç madde vardı. Bu maddelerden biri de şuydu: Kadınlar namahrem erkeklerle tek başlarına ortak bir yerde oturmasınlar!”[129]
Bu rivayetin içerdiği inceliklerden biri şudur: Erkek ve kadınların Allah Resulü (s.a.a) ile biatleşmeleri din ve dindarlık üzerineydi. Dolayısıyla dindar bir kadın, eğer gerçekten Allah’a inanıyorsa hiçbir namahrem erkekle tek başına kalmamalıdır.
Böylece kız-erkek ilişkilerinin çerçevesi şart ve kayıtları aydınlığa kavuşmuş olsa gerektir. İslam, kadın ve erkeğin değerini insaniyet ölçütü, zâtî saygınlık ve izzet mihverinde eşit görür. İslam açıkça şöyle der:
Hem erkek hem de kadın manevî mertebeleri kat edebilir ve kurb-i ilâhî makamına erişebilirler. Lâkin kadın ve erkek için aynı rolleri öngörmez ve her biri için kendine özgü vazifeler tayin eder. Kadın ve erkek, meşru, makul ve marufa uygun bir ilişki temelinde birbirlerini tamamlamak gibi bir rol oynamakla yükümlüdürler.
[1] Debesse, Merahil-i Terbiyet, Farsçaya çev. Ali Muhammed Kardan, s. 147-162.
[2] Nâsıh-ı Ulum, İslam ve Terbiyet-i Kudekan, Farsçaya çev. Ahmed Beheştî, c. 1, s. 365.
[3] El-Hakayık-ı fî Mehâsini’l-Ahlâk, s. 63-64.
[4] A.g.e., s. 64.
[5] A.g.e., s. 63, el-Meheccetu’l-Beyda, c. 5, s. 176.
[6] El-Meheccetu’l-Beyda, c. 3, s. 51-58.
[7] Rum: 21; Bkz. Tefsir-i Sâfi, c. 4, s. 129.
[8] Bakara: 187- 222- 223- 237; Dehr: 2; Mu’minun: 5-7 ve 12-13; Ahkaf: 15; İsra: 32; Nûr: 3; A’raf: 80.
[9] Al-i İmran: 14.
[10] Tefsir-i Sâfi, c. 1, s. 321.
[11] El-Meheccetu’l-Beyda, c. 5, s. 180.
[12] A.g.e., c. 5, s. 181.
[13] Nisa: 27.
[14] Nisa: 28.
[15] Bakara: 286.
[16] Nisâ: 28.
[17] Felâk: 3.
[18] El-Meheccetu’l-Beyda, c. 3, s. 65.
[19] El-Vâfi, c. 21, s. 31-50.
[20] A.g.e., s. 33.
[21] A.g.e., s. 34; el-Meheccetu’l-Beyda, c. 3, s. 54.
[22] El-Vâfi, c. 21, s. 34.
[23] A.g.e., s. 32.
[24] A.g.e., s. 41.
[25] A.g.e., s. 34.
[26] El-Meheccetu’l-Beyda, c. 3, s. 55; El-Vâfi, c. 21, s. 34.
[27] “İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O’nun varlığının belgelerindendir.” (Rum: 21)
[28] El-Meheccetu’l-Beyda, c. 3, s. 58-79.
[29] A.g.e.
[30] A.g.e.
[31] Hatib Adnanî, En-Nikah ve Usulu’z-Zevac fi’l-İslam, s. 20.
[32] Nûr: 30-31.
[33] Tefsir-i Sâfi, c. 3, s. 429.
[34] Nûr: 58-59.
[35] El-Vâfi, c. 22, s. 841.
[36] A.g.e., s. 841.
[37] A.g.e., s. 842.
[38] A.g.e., c. 23, s. 1380.
[39] A.g.e.
[40] A.g.e., s. 725.
[41] A.g.e., s. 726.
[42] A.g.e., c. 23, s. 1383.
[43] A.g.e.
[44] Tahrim: 6.
[45] En-Nuhbe, s. 261.
[46] Tefsir-i Sâfi, c. 5, s. 196.
[47] En-Nuhbe, s. 261.
[48] Tefsir-i Sâfi, c. 3, s. 55.
[49] Mefatihu’ş-Şerayi’, c. 1, s. 14.
[50] A.g.e.
[51] A.g.e., s. 14-25, 51-53, 65.
[52] Nûr: 30-31.
[53] Tefsir-i Sâfi, c. 3, s. 429-430.
[54] El-Vâfi, c. 22, s. 859-860, 3. ve 5. Hadis.
[55] A.g.e., s. 860 4. ve 8. Hadis.
[56] A.g.e., s. 816.
[57] El-Vâfi, c. 22, s. 705-706.
[58] Moore, Engizeş ve Heyecan, Tercüme: M. Taki Berâhinî, s. 81.
[59] El-Vâfi, c. 22, s. 705.
[60] A.g.e., s. 706.
[61] A.g.e., s. 707.
[62] A.g.e., s. 721, 9. Hadis.
[63] A.g.e., s. 721, 7. Hadis.
[64] A.g.e., 8. Hadis.
[65] El-Meheccetu’l-Beyda, c. 3, s. 110.
[66] A.g.e., s. 730-733.
[67] A.g.e., s. 715-716 ve 733.
[68] A.g.e., s. 717.
[69] A.g.e., s. 717-718 ve 730-733.
[70] A.g.e. s. 703-707 ve 721-734; El-Meheccetu’l-Beyda, c. 3, s. 109-118; Mefatihu’ş-Şerayi’, c. 2, s. 286-294.
[71] Sânî, Behdaşt-ı İzdivac Der İslam, s. 141-144.
[72] Bakara: 222.
[73] Tefsir-i Sâfi, c. 1, s. 252.
[74] Rum: 21.
[75] Nûr: 33.
[76] Rağıb Isfahanî, El-Müfredat, s. 339.
[77] A.g.e., s. 331.
[78] El-Meheccetu’l-Beyda, c. 3, s. 53.
[79] A.g.e., c. 7, s. 132-133.
[80] A.g.e.
[81] Ankebut: 45.
[82] Tefsir-i Sâfi, c. 4, s. 118.
[83] El-Meheccetu’l-Beyda, c. 5, s. 185-189.
[84] El-Vâfi, c. 21, s. 57-62.
[85] El-Meheccetu’l-Beyda, c. 7, s. 134.
[86] Hurr Amulî, Vesailu’ş-Şia, c. 14, s. 240.
[87] Nûr: 30-31.
[88] Tefsir-i Sâfi, c. 3, s. 429-430.
[89] A.g.e., s. 859-860, 3. ve 5. Hadis.
[90] Ankebut: 45; Bakara: 45.
[91] El-Vâfi, c. 22, s. 860.
[92] A.g.e., s. 862.
[93] A.g.e., s. 760; Unutulmamalıdır ki erkekler de birbirlerine benzerler!
[94] El-Meheccetu’l-Beyda, c. 5, s. 180.
[95] El-Vâfi, c. 15, s. 351-352; Mefatihu’ş-Şerayi’, c. 2, s. 77.
[96] El-Vâfi, c. 15, s. 351, 8 ve 9. hadis.
[97] A’raf: 81.
[98] Tefsir-i Sâfi, c. 2, s. 217 ve c. 4, s. 48.
[99] A’raf: 84.
[100] El-Vâfi, c. 15, s. 303-309; Mefatihu’ş-Şerayi’, c. 2, s. 76-77; en-Nuhbe, s. 53.
[101] A.g.e., s. 228-231; En-Nuhbe, s. 53.
[102] Meclisî, Biharu’l-Envar, c. 79, s. 64-65.
[103] Tahrim: 6.
[104] El-Vâfi, c. 22, 763-767.
[105] A.g.e., s. 763.
[106] A.g.e., s. 765.
[107] A.g.e., s. 763.
[108] A.g.e., s. 765.
[109] A.g.e.
[110] A.g.e., s. 764.
[111] A.g.e., s. 763.
[112] A.g.e., s. 764.
[113] A.g.e., s. 763.
[114] Meclisî, Biharu’l-Envar, c. 103, s. 249.
[115] El-Vâfi, c. 22, s. 766.
[116] El-Meheccetu’l-Beyda, c. 3, s. 104
[117] A.g.e., c. 4, s. 210.
[118] El-Vâfi, c. 22, s. 813-814.
[119] A.g.e., s. 816.
[120] A.g.e., s. 871-872.
[121] A.g.e., s. 821.
[122] El-Meheccetu’l-Beyda, c. 5, s. 181-186 ve El-Hakayık-ı fî Mehâsini’l-Ahlâk, s. 64.
[123] En-Nuhbe, s. 252.
[124] A.g.e.
[125] El-Vâfi, c. 5, s. 1075.
[126] El-Meheccet’ul-Beyda, c. 3, s. 330.
[127] Meryem: 18-19.
[128] Yusuf: 23; bkz. Tefsir-i Sâfi, c. 3, s. 276.
[129] El-Vâfi, c. 22, s. 854.