Document Type : Original Article
Abstract
Keywords
Article Title [Persian]
Özet:
Adalet konusu, Allah’ın tüm peygamberleri ve ıslahçıların, aynı zamanda beşeriyetin hâkim ve düşünürlerin bahsettiği, birey ve toplumda tahakkuku için çokça çaba sarfettiği en önemli konulardan biridir. Fakat muttakilerin mevlası, Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’in teorik ve pratik siretini incelediğimizde kendisi tarafından oldukça kapsamlı ve mükemmel bir model ortaya konduğu sonucuna varıyoruz. Bu makalede adaletin yeri ve değeri açıklandıktan sonra Ali’nin (a.s) teorik ve pratik tarzı uygulamalı bir bakışla incelenecek ve sonuç iki bölüm halinde gösterilecektir: Birincisi teori ve düşünce alanındadır. Evvelen, adalet itikadi bir öğedir ve tevhidin yanında yeralır. Saniyen, adalet diğer fazilet ve değerlerin temeli ve altyapısıdır. Salisen, adalet ölçme kriteri ve terazidir. Rabian, adalet bireysel ve şahsi bir mevzu değildir. İkincisi pratik ve davranış alanındadır. Pratikteki örnek ve üslup gösterilmiştir. Toplumsal adaleti gerçekleştirmenin ardına düşen birey ve toplum, mecburen birtakım aşamalar katedecektir: 1) Adaletin tevhidin yanında itikadi bir mevzu olduğuna inanmak. Bu nedenle adalet sâliki, adaletçilik mecrasında hareket etmeyi dini görmelidir. 2) Kendinden başlayarak adaletin ilk muhatabı bireyin kendisidir. Bu nedenle şahsen adil olan kimse adaletin sâliki olabilir. 3) Adaletin ikinci muhatabı akrabalar ve yakınlardır. Bu nedenle üçüncü aşama olarak adaletin yakınlar ve akrabalar arasında izini sürmek kaçınılmazdır. 4) Dördüncü aşama, devletin asli idarecilerine nezaret ve onları denetlemektir. 5) İnsanlar arasında adaleti uygulamak için adalete dayalı hükümet kurulmasıdır. Çünkü önceki aşamaları geçtikten sonra beşinci aşama olarak küresel düzeyde adaletin tahakkukuna zemin hazırlayacaktır. Fakat aşamalar katedilmezse ona ulaşmak mümkün değildir.
Keywords [Persian]
Giriş
Tarihin başlangıcından bu yana adalet babında çok sayıda konu gündeme gelmişse de İmam Ali’nin (a.s) hutbe, mektup ve konuşmalarına kısaca bakıldığı ve yaşantısının tarihine göz gezdirildiğinde ayrıcalıklı ve çok özel noktalarla karşılaşırız. Hatta belki dünyada teori sahipleri ve reformistlerden hiçbirinin, insanlığın yitiği olan adalet için İmam Ali’den (a.s) daha mükemmel ve kapsamlı bir örnek ortaya koyamadığı bile iddia edilebilir. İmam Ali’nin (a.s) adalete ilişkin görüş, düşünce ve idrak biçiminden daha önemli olan, adaletin icrası ve tahakkuku için pratikteki plan programları ve eylemleridir.
Ali’nin (a.s) adaletine tanıklık edecek bir milyar Müslümandan başka, diğer dinlerden de Şibli Şemil, Kettani, George Jordac vs. gibi yüzlerce insaflı insan Ali’nin (a.s) adaleti hakkında söz söylemiş, Ali’yi adalet abidesi ve insani adaletin sesi kabul etmişlerdir. Bütün bunlar, Ali’yi (a.s), adaletin tahakkuku konusunda adil olma sınırının, hatta adaletçilik ve adalet terazisi olmanın ötesine taşıyan görüş ve çabasının ayırt edici yönü nedeniyledir. Nitekim Mevlana Celaleddin varılan o noktayı şöyle ifade eder:
Bilakis her terazinin lisanı idin
Sen bir başına yegâne teraziydin
Ali (a.s) terazinin lisanıdır. Yani bütün maddi ve manevi fenomenlerde değer ölçütü adaletse Ali (a.s), terazinin tartı şakülü ve standardıdır. Adalet Ali (a.s) ile ölçülür. Bu makalede, adalete susamışlara Ali’nin uçsuz bucaksız adalet okyanusundan bir damla armağan etmeye ve İmam’ın düşünce, tarih ve siretini inceleyerek, çehresinde somutlaşan adaletin üzerindeki tarihsel tozu bir parça temizlemeye çalışacağız. Böylece o nurani simadaki adaletin cemalini temaşaya oturup toplumsal adaletin tahakkuku için teorik ve pratik bir model olarak o yüce şahsiyetin teorik ve pratik siretini ortaya koymuş olacağız.
Adaletin Yeri ve Değeri
Adalet, insanlığın kültüründe yüksek konuma sahip güzel ve çekici bir kelimedir. Beşeriyetin peşinde koştuğu yitiktir.
Peygamberlerin asıl misyonu, Kur’an-ı Mecid’in tanıklığıyla, adalet kültürünü yaymak olmuştur ve insanların adaleti tahakkuk ettirebilecekleri şartları hazırlamanın peşine düşmüşlerdir:
انَ لِیَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ
“İnsanların toplumsal adaleti tesis etmek üzere kıyam etmeleri için..”[1]
Tarihte adaletin çağrıcıları olmuşlardır:
إِنَّ الَّذِینَ یَکْفُرُونَ بِآیَاتِ اللّٰهِ وَیَقْتُلُونَ النَّبِیِّینَ بِغَیْرِ حَقٍّ وَیَقْتُلُونَ الِّذِینَ یَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِیمٍ
“Allah’ın ayetlerine karşı küfür içinde olanlar, peygamberleri haksız yere öldürenler ve adaleti emredenleri öldürenler, işte onlara can yakıcı bir azabı haber ver.” [2]
قُلْ أَمَرَ رَبِّی بِالْقِسْطِ
“De ki: Rabbim, adaletli olmayı emretti.”[3]
وَلِکُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولٌ فَإِذَا جَاء رَسُولُهُمْ قُضِیَ بَیْنَهُم بِالْقِسْطِ وَهُمْ لاَ یُظْلَمُونَ
“Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiğinde aralarında adaletle hükmedilir ve onlara zulmedilmez.” [4]
Bu ayetler, peygamberlerin (azimüşşan) hepsinin adaleti tevhid için bir yol gördüğüne ve adalete dayalı bir toplum kurarak insanları Allah’a kulluğa çağırmak istediklerine delalet etmektedir. Cahiliyette din, adaletin, güzel ve çirkinin kriteri kabul ediliyordu. Bu nedenle A’raf suresinde onlar hakkında şöyle nakledilir:
“Bütün çirkin işleri dinin hesabına yazıyor ve diyorlardı ki: “Allah bize böyle emretti.”
Fakat Kur’an şöyle der:
“De ki: (Allah) kötülüğü emretmez.”
وَإِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً قَالُواْ وَجَدْنَا عَلَیْهَا آبَاءنَا وَاللّٰهُ أَمَرَنَا بِهَا قُلْ إِنَّ اللّٰهَ لاَ یَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء أَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ. قُلْ أَمَرَ رَبِّی بِالْقِسْطِ
“Çirkin bir şey yaptıklarında diyorlardı ki: Babalarımızı bu amel yaparken gördük. Allah da bize bunu emretti. De ki: Allah (asla) çirkin şeyi emretmez. Allah’a, bilmediğimiz bir şeyi mi isnat ediyorsunuz? De ki: Rabbim, adaleti emretmiştir...”[5]
Adaletin temel oluşturması ve önemine dair şu kadarı kâfidir: Allah, toplumsal adaleti ayakta tutmanızı emreder.
یَا أَیُّهَا الَّذِینَ آمَنُواْ کُونُواْ قَوَّامِینَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاء لِلّ
“İman edenler, adaleti hep ayakta tutun.” [6]
Merhum Tabersi, bu ayeti izah ederken manası üzerine şöyle yazar:
“ای دائمین علی القیام بالعدل و معناه و لتکن عادتکم القیام بالعدل فی القول و الفعل”
Yani daima adaleti ayakta tutanlar olun. Bu sözün manası ise şudur ki, âdet ve geleneğiniz, söz ve davranışta adaleti ayakta tutmak olsun. Allah, her yönüyle ve her zaman adaleti ayakta tutmayı emretmiştir.[7]
Bireysel, toplumsal, ailevi, kültürel, siyasi ve iktisadi bütün boyutlarıyla adaleti kapsar. Molla Sadra, Şeyhu’r-Reis ve başkaları gibi büyük filozoflardan geriye kalmış eserlerde adaleti tavsif edip açıklarken bazı kısımlar geçmekte ve çeşitli tarifler vermektedirler.
Molla Sadra, hâkimlerin görüşünü şöyle açıklar:
“اذا قام العدل خدمت الشهوات للعقول و اذا قام الجور خدمت العقول للشهوات”
Adalet tesis edildiğinde insani şehvet ve eğilimler akılların hizmetine girer. Fakat zorbalık ve zulüm gölge ettiğinde akıllar insanların şehvet ve eğilimlerinin hizmetindedir.[8]
Şeyhu’r-Reis, Şifa kitabında şöyle der:
İnsanın bekası, başkalarıyla yardımlaşmasına bağlıdır. Yardımlaşıp ortak davranmaksa etkileşim ve işbirliği olmaksızın gerçekleşmez. Etkileşim ise kanun ve adalete muhtaçtır. Kanun ve adalet de adaleti tesis edecek bir insan ve kanun koyucuyu gerektirir. [9]
Bir başka açıklamada Molla Sadra şöyle der:
“و اعلم ان رءوس الفضائل النفسانیة و الاخلاق الانسانیة التی هی مبادی الاعمال الحسنة ثلاثة الشجاعة و العفة و الحکمة و مجموعة العدالة”
İyiliklerin altyapısı olan nefsani faziletler ve insani ahlakın temel ekseni, cesaret, iffet ve hikmettir. Her üçü de aynı yerde toplanmıştır. O yer de adalettir. [10]
Bu bakışta adalet, tüm faziletlerin anası sayılmıştır. Diğerleri ise onun dalları ve meyveleri kabul edilmiştir.
Haklarında binlerce öykü ve roman üretilmiş tarihin kutsal hareketleri ve devrimleri, adaleti icra ve zulümden kurtulma arzusuna dairdir.
İslamî kültür ve edebiyatta bilinenlere ve Müslüman hakimlerin adaletin yeri ve değeri babında beyan ettiklerine ilaveten batılı ve gayri müslim filozoflar ve uzmanlar da, kimilerine değineceğimiz paha biçilmez görüşler ortaya koymuştur.
Eflatun, tıpkı bir ahlak öğretmeni gibi konuşmaya çalışmıştır. Peşine düştüğü ahlakın iki boyutu vardır. Bu boyutlardan biri, siyasi saldırganlık karşısında adaleti savunmaktır. [11] Adaleti dindarlık, adil olma ve iyi talih gibi diğer tüm faziletlerin temeli ve kökeni sayar. [12]Ahlak ona göre mutluluk ve iyi talihi aramaya dayanır. İyi talih ise Tanrının bilgisinin ışığında ve insanın Tanrıya benzemesiyle mümkündür. Bu benzerlik ise hikmetin yardımıyla adil ve dürüst olmaktan ibarettir. [13]O, sonuç odaklıdır ve bir şeyi, liyakat taşıyan tarzla ve özel çabaya uygun biçimde kendini gerçekleştirirse adalete uygun görür. Şehirde adalet ise herkesin başkalarının müdahalesi olmaksızın kendi işine odaklanmasıdır.[14]
Theodor Gomperz şöyle der:
Nicomachean ahlakının beşinci kitabı sadece adaletin faziletinden bahsetmektedir. Aristo bu kitapta bahsi iyice uzatmıştır. Fakat bu uzunluk ve tafsilat, anormal ve nedensiz değildir. Aksine abartısız denebilir ki, bu bahis, Yunan ahlakında referans noktasını göstermektedir. Şöyle der: Aristo, adaleti, adil kişinin kişisel faydasının icabı gören Eflatun’un aksine, adaletin semantikinde bir değişim meydana getirdi ve adaleti, haklılığı kendinde olan bağımsız bir fazilet olarak gördü. Bu bakışa göre adalet, gayesi başkasının refahı olan ve amacı yalnızca onu uygulayan şahsın mutluluğu olmayan fazilettir. [15]Aristo, insanın mükemmel faziletten nasiplenebilmesi için ifrat ve tefritte orta yol olarak altın itidali ve itidal doktrinini ortaya atar. [16]
Kant, siyasi teorisinde adalet ilkesini sözkonusu ederek şöyle der:
“Sadece azami özgürlüğü herkes için eşit biçimde mümkün kılabilen sivil organizasyonlar ve aranjmanlar adaletlidir.” Bu yasaların nihai kökenini ne krallar, ne kilise, ne de insanların kişisel duygu ve çıkarları olarak görür. Kaynak akıldır.” [17]
Görüldüğü gibi, dinî kültürde geçenlere ek olarak insanlığın seçkin isimleri ve teori üretenler de adalet için çeşitli tanımlar ve standartlar ortaya koymuş, onun için yüzlerce kitap ve makale yazmıştır. Fakat İmam Ali’nin (a.s) düşünce, görüş ve davranışı incelendiğinde gayet iyi anlayacağız ki, muttakilerin mevlası tarafından tasvir edilmiş adalet, başkalarının tasavvur ve tasvirinden farklıdır. Adaletten, düşünce ve eylem itibariyle teori ve pratik olarak iki kısımda değinilebilecek kendine has bir anlam ve model göstermiştir.
Hz. Ali’nin (a.s) Görüş, Tefekkür ve Düşüncesinde Adalet
Mevzunun evveliyatına bakıldığında denilebilir ki adalet gibi, düşünürler, reformistler ve kalem erbabının ilgisini çekmiş çok az mevzu vardır. Fakat değinildiği gibi, muttakilerin mevlası tarafından (a.s) ortaya konmuş tasvir farklıdır. Bu kısımda buna işaret edeceğiz.
1. İmam Ali’nin (a.s) mektebinde adalet itikadi bir meseledir ve tevhidin yanında yeralır. Ali’yi (a.s) takip edenlerin mezhebi Adliyye olarak adlandırılmışsa bunun nedeni Alicilerin “el-tevhid ve’l-adl” inancıdır. Şöyle geçer:
“فلا و اللّٰه لا تزکو صلاة بغیر ولایة العدل الامام”[18]
Bir düşünce mektebine dönüşmüş bu tür bir fikir, tevhid ve adaletle ilgili düşünce ve dünya görüşünden kaynaklanmaktadır:
“وسئل علیه السلام عن التوحید و العدل فقال: التوحید ان لا تتنوهمه و العدل ان لا تتنهمه”
“Tevhid, vehme kapılmaman, adalet ise O’na zulüm atfetmemendir.”
Bu tarife göre adalet, ahlaki bir tavsif veya diğer faziletlerin yanında bir fazilet olmanın dışına çıkmaktadır. Burada adalet, tevhide benzer şekilde dinin özü ve uzvu olarak tanımlanmıştır. Bu görüşe göre zulüm de, putperestlik gibi, bir tür Allah’a suçlama olarak telakki edilmiştir. Zulümle mücadele ise her muvahhid ve mütedeyyin insanın temel görevidir. Tekvin ve teşride adalet arasında kopmaz bir bağ kurulmuştur.
İmam Ali’nin (a.s) mektebinde temel soru, adil Allah’ın zulmün ortaya çıkması ve yayılmasına rıza gösterip göstermediğidir. Sorunun cevabı açıktır: Adil olan, zulme rıza gösterse ortaya bir aykırılık ve çelişki çıkacaktır. Sonuç itibariyle, adil olan Allah zulme razı olmadığında doğal biçimde insanların davranışında hiçbir zulme rıza göstermeyecektir. Bilakis;
“إِنَّ اللّٰهَ یَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ”
“Allah, adaleti ve iyilik yapmayı emreder.”[19]
Dolayısıyla başka hiçbir delilimiz olmasa bile İmam Ali (a.s) tarafından ortaya konmuş bakış ve dünya görüşü, toplumsal adaletin lüzumu için yeterlidir.
2. Adalet, diğer fazilet ve değerlerin temeli ve altyapısıdır.
“العدل اقوی اساس”
“Adalet en muhkem temel ve esastır.” [20]
Diğer bir ifadesinde şöyle buyurur:
“العدل رأس الایمان و جماع الاحسان”
“Adalet imanın zirvesi ve tüm iyiliklerin merkezidir.”[21]
İmanın cevheri ve temel çekirdeği adalettir. Bütün iyilikler de ondan kaynaklanır. Bu anlayışta adalet, faziletlerin yanına yerleştirilmemektedir. Bilakis faziletlerin anası ve kaynağı sayılmaktadır.
3. Adalet ölçüm kriteridir. Denge kurulmasıyla yaratılış nizamının kemale doğru yükselmesi gibi, toplumsal düzende de adalet vesilesiyle denge kurulmakta ve hakka doğru seyir sağlanmaktadır.
“ان العدل میزان اللّٰه سبحانه الذی وضعه فی الخلق و نصبه لااقامة الحق”
“Adalet, terazi ve ölçme aracıdır. Allah onu, insanlar arasında hakkı yerleştirip sağlamlaştırmak için var etmiştir.” [22]
Adalet aracılığıyla ahlaktaki büyük düğümlerden biri çözülmektedir. Çünkü ahlak eleştirmenleri arasında şu soru ortaya atılır: Yapılması gerekenler ile yapılmaması gerekenlerin ölçütü nedir? Bunu kim ayırt edebilir? Kim görüş açıklama hakkına sahiptir? Bu anlayışta adalet, ölçüm kriteri olarak tarif edilmiştir.
4. İmam Ali’nin (a.s) görüşünde adalet bireysel ve şahsi bir mevzu değildir. Aksine İslam’ın siyasi felsefesi ve toplumsal felsefe olarak sözkonusu edilmiştir. Üstat Şehit Mutahhari’nin ifadesiyle, Ali’nin (a.s) şehit olmasına yol açan, bu adalet anlayışıdır. Nitekim şöyle denmiştir:
“قتل فی محرابه لشدة عدالته”
“Adaleti ayakta tutmaktaki ısrarı ve taassubu nedeniyle mihrapta şehadete ulaştı.”
Adalete ve adalet şiarına taraftarlık, kişinin şehadetine sebep olması bir yana, insanlar arasında da daha saygın yaşamasını sağlar.
Tavus kuşunun kanadı ona düşman
Nice şahlar var ki demiri onu öldürdü
Dedi ki o ceylan, miskimden dolayı
O avcı benim saf kanımı döktü
Ali (a.s) sadece adil değildi, aynı zamanda bir siyasi düşünce akımı olarak adaletçiliği takip ediyordu.
Doğal olarak, bu düşünceyi icra etmede ısrarcı ve azimli olmak ve adaletçilik kültürünü ihata etmek, temelleri zulümde olan hükümetlerin kabul edebileceği bir mevzu olmayacaktır. Ali (a.s) toplumsal tefekkür sahibidir ve bireysel kriterlerle değerlendirme yapmaz. Bu nedenle kendisine “Cömertlik ve bahşetme mi, yoksa adalet mi daha iyidir?” diye sorulduğunda ahlak ve değeri bireysel ahlaki faziletlerde gören kimselerin aksine, adaletin cömertlikten daha üstün olduğu cevabını vermiştir. Çünkü:
“العدل یضع الامور مواضعها و الجود یخرجها من جهتها”
“Adalet her şeyi kendi yerine yerleştirir ve her hakkı, gerçek hak sahibine ulaştırır. Ama cömertlik ve bahşetme, durumları ve hadiseleri kendi yerinden ve mecrasından çıkartır.”[23]
Cömertlik, açık hak sahibi kişiyi göz ardı edip hak sahibi olmayan başkasına bağışta bulunabilir.
“العدل سائس عام و الجود عارض خاص”
“Adalet, umumu idare etmektir. Kamu hayatının temeli ve esasıdır. Sözleşmenin temelidir. Ama cömertlik ve bahşetme, istisnai bir haldir. Belli bir zamanda bir kimse başka bir kimseye bağışta bulunur ve fedakârlık yapar.”[24]
Cömertlik ve fedakârlık, umumi hayatın asli temeli yapılamaz. Buna göre sözleşme ve kanun vazedilip uygulanamaz.
Adalet ve cömertlik yerini açıkladıktan sonra şu sonuca varmaktadır:
“فالعدل اشرفهما و افضلهما”
“Adalet, cömertlik ve bağışta bulunmaktan daha üstündür.” [25]
Eğer toplumda adalet tesis edilir ve denge kurulursa cömertlik ve bahşetmeye ihtiyaç kalmaz. Cömertlik ve bağışta bulunma genellikle toplumda boşluk ortaya çıktığı ve bireylerin hakları düzgün dağıtılmadığı zaman söz konusu olur. Bu nedenle, her ne kadar cömertlik ve bağışta bulunma, bireysel ve ahlaki bir amel olarak adaletten yukarıda veya üstün olsa da bütüne bakan bir düşünce ve siyasi tefekkür açısından adaletin çok özel bir yeri vardır ve daha üstün konumda yer almaktadır. Çünkü adalet toplumda umumi bir kanun olarak tahakkuk edebilir ve toplumda dengeyi kurarak her türlü bağışın zeminini ortadan kaldırabilir. Fakat cömertlik ve bahşetme genel bir kanun olarak ele alınamaz.
Toplumda adalet, binanın temelleri gibidir. İhsan da sosyal açıdan o binanın renk ve desenleri mesabesindedir. Eğer ev çürük ve sakat bir temele oturuyorsa ev sahibinin avlunun peyzajı üzerinde düşünmesi faydasızdır.
Toplum cömertlik ve ihsanla yönetilemez. Toplum binasının temeli adalettir. Bu nedenle, verilen izahattan çıkardığımız sonuç şudur ki, muttakilerin mevlası, adaleti İslam’ın sosyal felsefesi olarak ele almış, onu İslam’ın büyük namusu telakki etmiş ve her şeyden üstün tutmuştur. Siyaseti bu ilke üzerine oturuyordu. Hiçbir amaç ve hedef hatırına ondan en küçük bir sapma ve esneklik göstermesi mümkün değildi. İşte bu, onun başına büyük dertler açan tek şeydi. [26]
Ali’nin (a.s) beş yıllık hükümeti dönemi analiz edilirse gayet net görülecektir ki bütün o karşı koymalar ve alaşağı etme çabalarının sırrı, hep Ali’nin (a.s) adaleti uygulamadaki katı tutumunda gizlidir. Çünkü Ali (a.s) “eskiye referans”ı kabul etmiyordu. Ali (a.s), toplum adaleti icra kapasitesi taşımadığını ve adil olmayan idareden faydalanan kişilerin adil bir hükümetin oluşmasına izin vermeyeceklerini biliyordu. Fakat bütün bu durumlara rağmen adaleti tesis edebilmek için hükümeti kabul etti ve çok fazla olayla karşılaştı. Bu dönemin her anı ve tüm hadiseler, adaletin tahakkuku için en ileri öğretiler ve tecrübeler olarak incelenebilir.
Açıklanan ilkeler, adaletin temellerini ve teorik çerçevesini resmetmektedir. Davranış modelleri de işte bu ilkeler üzerinde şekillenmektedir. Bu ilkeler Ali b. Ebi Talib’in (a.s) pratiği ve siretinde tecelli etmektedir. Bunlar, sosyal adaletin tahakkuku için yol haritası olarak mütalaa edilmelidir.
Hz. Ali’nin (a.s) Siret, Amel ve Davranışında Adalet
Buraya kadar açıklananlar göz önünde bulundurulduğunda İmam Ali’nin (a.s), adalete tevhidin penceresinden baktığı ve adaleti tevhidin basamağı gördüğü anlaşılacaktır.
Adalet, değerleri ölçmenin terazisi ve kriteridir. İyiler ve kötüler adaletle ölçülür. Adalet, bireysel ve ahlaki bir tavsiye değildir ve bir ahlaki fazilet kabul edilemez. Bilakis adalet, faziletlerin tamamıdır. Adalet, İmam Ali’nin (a.s) özünde ve cevherinde mevcuttur. Kökü insanların itikat ve fıtratındadır. Adalet hem başlangıçtır, hem de son; hem köktür, hem de meyve; hem faziletin zemini ve temelidir, hem de zirvesi.
Adalete bu bakış ve düşüncenin şu ana dek adalet hakkında gündeme gelmiş en mükemmel teori olduğu net biçimde iddia edilebilir. Fakat Ali’yi (a.s) tarihin diğer seçkinlerinden tam manasıyla ayırt eden şey, Ali’nin (a.s) çabaları, girişimleri ve plan programıdır. Siyaset teorisyenlerinin ve düşünürlerin aksine, şahsen pratik sahnelerde siyasetini test etmiş; genellikle fikir adamı ve teorisyen olmayan siyasi elitlerin tersine, adaletle ve onun değişik alanlarıyla ilgili en derin görüşlerini ortaya koyarak tüm imkânlarını ve kapasitesini adaletin tahakkuku için kullanmıştır.
İmam Ali (a.s) adaletin ve adaletçiliğin eylem ve davranışıyla tahakkuku için aydınlık bir yol göstermiş ve birtakım merhaleler kat etmiştir. Adalet sâliki bu aşamaları katederek faziletlerin en üstünü olan adalete ulaşabilir. Eğer bu merhalelerden geçmezse adaleti ne kadar isterse istesin ve adaletçilik sloganını ne kadar atarsa atsın maksat ve maksuda ulaşması imkânsızdır.
Birinci Aşama
Tevhidin yanında dinin temel ilkelerinden biri olarak adalete itikat. Öyle ki, adaletin sâliki her türlü zulmü Allah’ın sahasında, kâinatta ve beşeri toplumda reddetmelidir. Bu akideye göre adalet dinin zâtı ve cevherinde yeralmakta ve onun kimliğinin bir parçasını oluşturmaktadır. Adaletin sâliki, adaletçilik mecrasında hareket etmeyi dini olarak görür ve her türlü gafleti affedilmez günah kabul eder.
İkinci Aşama
Kendinden başlamak. Çünkü adalet kervanı, adaletçi insanın nefsinden geçer ve kişi ancak şahsen adil olursa adaletin sâliki olabilir. Ancak bu sayede bu ilahi meleke ruhuna nüfuz eder ve tevhide imanın ışığında ruhsal ve bedensel bütün kuvvetleri tevhid mecrasında denge bulur. Adaletin sâliki başkalarına dikkat etmekten ve başkalarını eleştirmekten ziyade kendisini muhakeme eder. Başkalarına sert davranmadan önce kendisine sert davranır. Çünkü adaletçilik binasının kendi vicdan ve imanına bina edilmesi gerektiğini bilir. Bu nedenle, eğer adil olmazsa sonraki aşamalara adım atamayacaktır.
Ali (a.s) şöyle buyurur: Kendisine zulmeden ve henüz adaleti kendisinde tesis edememiş bir kimse nasıl olur da toplumda adaleti tesis etmeyi üstlenebilir.
Ali (a.s) işte bu inanç ve görüşle, nasihat ve vaaz vermeden ya da başkalarını kınayıp ikaz etmeden önce en katı davranışı kendisine reva görürdü.
“و اللّٰه لان ابیت علی حسک مسهدا و ان اجر فی الاغلال مصفدا احب الی من القی اللّٰه و رسوله یوم القیامة ظالما لبعض العباد و غاصبا لشیء من الحطام”
“Allah’a yemin olsun ki, sabaha kadar çölün dikenleri üstünde uyanık kalsam, beni demir prangalara vursalar, bir o tarafa bir bu tarafa çekiştirseler de, Allah’ın bir kuluna zulmü reva görmeden ve en küçük bir şeyi gaspetmeden kıyamet günü Allah ve Rasülü (s.a.a) ile karşılaşmak benim için en hoş şeydir.”[27]
Başka bir yerde yemin ederek şöyle der:
“و اللّٰه لو أعطیت الا قالیم السبعة بما تحت افلاکها علی ان اعصی اللّٰه فی نملة اسلبها جلب شعیرة ما فعلت”
“Allah’a yemin olsun ki, Allah’a itaatsizlik etmem ve bir karıncanın ağzındaki arpayı almam karşılığında göğün altındaki yedi iklimi bana verseler de bunu yapmayacağım.” [28]
Bu cümlelerde Ali (a.s), bir valisine hitap etmektedir. Çünkü iyi biliyordu ki, eğer vali kendine hakim olamazsa adaleti gerçekleştirmek için adım atamazdı.
Ali (a.s), nefsin hevasına uymayı toplumda adaleti uygulamanın önündeki en büyük felaket olarak görüyordu. Şöyle buyurur:
“فان الوالی اذا اختلف هواه منعه ذلک کثیرا من العدل”
“Hükümran, gayri ilahi heva ve arzularına uyduğunda bu, adaletin tahakkuku ve icrasının engellenmesine sebep olur.” [29]
Ali (a.s) seçkin ve değerli insanların özelliklerini sayarken şöyle buyurur: Alametlerinden biri şudur:
“قد الزم نفسه العدل فکان اول عدله نفی الهوی عن نفسه”
“Adaleti kendi üzerinde tesis eder ve kendini adalete uymaya mecbur tutar. Adaletin tahakkuku için attığı ilk adım, nefsin arzusunu kendisinden uzaklaştırmaktır.” [30]
Memurlarının davranışından endişe duyduğu, her türlü yanlış anlamayı ve hatalı çıkarımı ortadan kaldırmayı gerekli gördüğünde kendi durumunu tavsif ederken şöyle buyurur:
“ولو شئت لاهتدیت الطریق الی مصفی هذا العسل و لباب هذا القمح و نسائج هذا القز و لکن هیهات ان یغلبنی هوایی و یقودنیی جشعیی الیی تخیر الاطمعه و لعل باالحجاز او الیمامة من لا طمع له فی القرص و لا عهد له بالشبع او ابیت مبطانا و حولی بطون غرثی و اکباد حری”
“Süzme balın, buğday özünün ve ipek dokumanın nasıl kullanıldığını biliyorum, isteseydim yapardım. Lakin nefsimin arzusu asla bana galebe çalamayacak. Hırsım beni giysilere sürüklemeyecek. Hicaz ve Yemame’de birisi bir lokma ekmeğe hasretken veya karnını doyuramazken ve etrafım mideleri sırtlarına yapışmış ve ciğerleri yanmışlarla doluyken ben nasıl tok uyuyabilirim.”[31]
Üçüncü Aşama
Yakınlar ve akrabalar arasında adalete riayet edilmesi, adalet her şeyden önce itikat ve iman meselesi olduğundan genel kuralın kapsamına girer. Allah şöyle buyurur:
یَا أَیُّهَا الَّذِینَ آمَنُوا قُوا أَنْفُسَکُمْ وَأَهْلِیکُمْ نَارً
“Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” [32]
Yine şöyle buyurur:
وَ أَنذِرْ عَشِیرَتَکَ الْأَقْرَبِینَ
“Yakın akrabalarını uyar.” [33]
Bu nedenle adaletin sâliki eğer çevresini dizginleyip kontrol altına alamaz ve adaleti onların arasında uygulayamazsa asla sonraki aşamalara adım atamaz.
Dünyadaki adalet yanlılarının ve adaletçilik şiarıyla ayaklananların hayatına kısa bir bakış, hükümetler oluştuktan, iktidar ve imkânlara kavuştuktan sonra devlet idarecilerinin yakınlarının elde edilen mevkiyi istismar ettiğini ve adalet hareketini başarısızlıkla karşı karşıya getirdiğini açıklıkla ortaya koymaktadır. Dolayısıyla adaletin siret ve modelinden son derece net anlaşılmaktadır ki, İmam Ali (a.s), adalet yolunda herkesten fazla kendisine karşı katı davranan, ikinci aşamada ise yakınlarına ve akrabalarına tavizsiz olan biriydi.
Ali (a.s) Nehcu’l-Belağa’da Akil’in öyküsünü örnek olarak nakleder ve şöyle buyurur:
“واللّٰه لقد رایت عقیلاً و قد املق حتی استماحنی من برکم صاعاً و رایت صبیانه شعث الشعور غبر الالوان من فقر هم... فظن انی ابیعه دینی”
“Allah’a andolsun ki, Akil’i perişan ve çok muhtaç halde gördüm. Benden sizin buğdayınızdan kendisine bir avuç vermemi istedi. Çocuklarını gördüm, sefaletten saçları darmadağınıktı. Renkleri solmuştu, çivit gibiydi. Bana ardı arkası kesilmeyen ziyaretler yaptı ve aynı sözü tekrar etti. Fakat onu dinlemedim. Dinimi ona satacağımı sanıyordu.” [34]
Akil’in öyküsünden başka, Ali’nin (a.s) adalet yüzünden, oğlu İmam Hasan’a (a.s), kızı Fatıma’ya ve diğer yakınlarına oldukça katı davrandığının onlarca tarihi örnek vardır. Hatta kızına, beytülmaldaki kolyeyi bir geceliğine bile ödünç almasına izin vermedi. Yahut oğlu Hasan’a (a.s), balı paylaştırmadan önce kendi hissesini misafirleri için kullanmasına müsaade etmedi.
Dördüncü Aşama
Hükümetin memurlarına nezaret ve onları kontrol altında tutmak. Çünkü adalet vaaz ve nasihat yoluyla uygulanmaz. Hükümetin memurları, adaleti gerçekleştirmek zorunda olan bütünün parçalarıdır. Dolayısıyla eğer bu kesim adil olmaz ve adaleti kendi nefislerinde ve yakınlarıyla karşılaşmada tecrübe etmezse adaleti toplumda hâkim kılamazlar.
Ali’nin (a.s), Muaviye’nin Şam’daki hükümetine bir an olsun katlanmadığını veya Osman’ın öldürülmesinden sonra beytülmalın iadesi için bir an bile bekletmiyorsa ya da kendi valileri ve memurlarına, izahı imkânsız biçimde misafir olmayı kabul ettiklerini yahut anormal bir ev yaptıklarını mektupla yazdığını görüyorsak, işte bütün bunlar İmam’ın, adaletin tahakkukuna olan inancından ve onu uygulamaktaki kararlılığından kaynaklanmaktadır. Ali (a.s), devletin üst düzey memurlarından olan Osman b. Hanif’e şöyle yazdı:
“و ما ظنت تجیب الی طعام قوم عائلهم مجفو و غنیبهم مدعو”
“Muhtaçlara cefa çektiren ama ihtiyacı olmayanları davet eden insanların misafiri olmayı kabul edeceğini sanmazdım.”[35]
Başka bir yerde, Şureyh b. Haris 80 dinara bir ev satın aldığını doğruladığında:
“فنظر الیه نظر مغضب ثم قال له”
“İmam ona hışımla baktı ve buyurdu ki...” [36]
Beşinci Aşama
İnsanlar arasında adaleti icra edebilmek için adalete dayalı hükümet tesisi. Ali (a.s), insanların kültürüne ilişkin yüksek toplumsal ve epistemik görüşle adaleti her ıslahın kökeni kabul etmektedir. Toplumun gelişmesi, sıçraması ve yaşaması için gereken şeyin adaleti uygulamak olduğu ilkesi üzerinde durmaktadır.
“العدل حیاة”
“Adalet, hayattır.” [37]
Buna ilaveten, Allah’ın diğer ahkâmını uygulamayı da adaletin icrasına bağlı görür.
“العدل حیاة الاحکام”
“İlahi ahkamı diri tutmak adalete bağlıdır.” [38]
Ali (a.s), dünyadaki politikacıların ve egemenlerin aksine, insanlar arasında adaletin uygulanmasına zemin hazırlamak üzere adaleti kendisinden ve ailesinden başlatır, kendi memurlarının davranışlarına nezaret eder. Ali (a.s) toplumun maddi ve manevi gelişimini toplumsal adaletin icrasına bağlar, başka bütün hareket ve girişimlerin başarısız olacağına hükmeder. Şehirler ve ülkelerin bayındır hale gelmesinin adaletin ışığında mümkün olacağını savunur.
“ما عمرت البلدان بمثل العدل”
“Adalet gibi, şehir ve ülkelerin bayındır hale gelmesini sağlayacak hiçbir etken yoktur.” [39]
Ali (a.s) toplumun maddi ve manevi olarak çiçeklenmesini toplumsal adaletin yaygınlaştırılıp genişletilmesine bağlar. Adaletin icrasını ise sadece adil memurların onun gerçekleşmesi için dik durması halinde mümkün görür. Çünkü Ali’nin (a.s) ifadesiyle, “العدل سائس عام” Adalet umumi bir kanundur, idare eden ve çekip çeviren şeydir. Bütünseldir ve tüm toplumu kapsar. İbn Ebi’l-Hadid bu sözü açıklarken şöyle der:
“ان العدل سائس عام فی جمیع الامور الدینیة و الدنیویة و به نظام العالم و قوام الوجود”
“Adalet, dünya ve ahirete ait tüm alanlarda umumi bir tedbirdir. Varlık nizamı ve mevcudatın ayakta durması ona bağlıdır.” [40]
Ali (a.s), birey ve toplumun ıslahını adil bir toplum oluşturma ve adaletin tahakkuku sayesinde mümkün görür. Bu ilkeyi çeşitli ifadelerle beyan etmiştir. Örnekleri aşağıda verilmiştir.
“العدل یصلح الریة”
“Adalet vesilesiyle toplumlar ve insanlar ıslah olur.” [41]
Başka bir yerde ise şöyle buyurur:
“العدل قوام الرعیة”
“İnsanların dayanağı ve desteği adalettir.”[42]
İmam Ali (a.s) adaleti, tespih tanelerini birbirine bağlayan ve devlet-millet uyumu sağlayan sicim gibi görür.
“العدل نظام الإمرة”
“Adalet, hükümet ve mülkü birbirine bağlayan sicim ve nizamdır.”[43]
Muttakilerin mevlası, insanların ve devletlerin ıslahını ve kıvamının, dünya ve ahiret işlerinin gelişmesinin adaletin tahakkuku ölçüsünde mümkün gördüğü gibi, devletler ve hükümetlerin sağlamlık ve kalıcı olmasını da adaletin tesisi ve icrası halinde mümkün kabul eder. Şöyle buyurur:
“ما عمرت البلدان بمثل العدل”
“Adalet gibi hiçbir etken şehirleri ve ülkeleri abad edemez.” [44]
Bu sözde ülkelerin ve şehirlerin ümran ve bayındırlık hali adaletin tahakkuku ve icrasına bağlanmıştır. Bayındırlığa ek olarak adalet, şehirlerin ve hükümetlerin korunması ve güvenliği için en önemli etken sayılmıştır.
“ما حصّن الدولة بمثل العدل”
“Adalet gibi hiçbir etken devletlerin kimlik ve asaletini koruyamaz.”[45]
Diğer bir ifadede şöyle buyurur:
“لن تحصن الدولة بمثله استعمال العدل فیها”
“Mülkün muhtelif işlerinde adaletin kullanılması gibi bir etken olmadıkça devletler asla ayakta kalmaz ve hükümetleri koruyacak hiçbir amil bulunamaz.” [46]
Bütün hükümetlere ve devletlere önemli bir tarihsel tavsiyesi vardır:
“اعدل تدم لک القدرة”
“İktidarda kalabilmen, hükümet ve devletin bekası için adaleti uygula ve her işte adalete riayet et.”[47]
Çünkü:
“ثبات الدول باقامة سنن العدل”
“Devletlerin istikrarı ve bekası, birey ve toplumda adil kural ve yasaların tesis edilmesiyle mümkündür.” [48]
Sonuç
Adaletin mevzuu, tüm peygamberler ve ıslahçıların en önemli bahislerinden biridir. Aynı şekilde hakimler ve düşünürler de bu konuda söz söylemiş, adaletin birey ve toplumda tahakkuku için çokça çaba sarf etmişlerdir. Fakat muttakilerin mevlası ve Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’in (a.s) düşünceleri ve kelimelerine göz gezdirildiğinde, ama aynı zamanda onun davranış ve sireti incelendiğinde çıkan sonuç şudur ki, kendisinin ortaya koyduğu üslup ve tarz oldukça kapsamlı ve mükemmeldir. Çünkü görüş ve düşünce alanında: Birincisi, adalet itikadi bir öğedir ve tevhidin yanında yeralır. İkincisi, adalet diğer fazilet ve değerlerin temeli ve altyapısıdır. Üçüncüsü, adalet ölçüm kriteri ve terazisidir. Dördüncüsü, adalet bireysel ve şahsi bir mevzu değildir. Pratik ve önerilen üslup alanında: Toplumsal adaletin tahakkukunun peşindeki birey ve toplum mecburen birtakım aşamaları katetmelidir:
1) Adalet, tevhidin yanında itikadi bir mevzudur. Bu nedenle adaletin sâliki adaletçilik mecrasında hareket etmeyi din kabul etmelidir.
2) Adaletin ilk muhatabı bireyin kendisidir. Dolayısıyla kişi, şahsen adil olması durumunda adaletin sâliki olabilir.
3) Adaletin ikinci muhatabı akrabalar ve yakınlardır. Bu nedenle adaletin akrabalar ve yakınlar arasında izlenmesi kaçınılmazdır.
4) Dördüncü aşama hükümetin asli memurlarına nezaret edilmesi ve onların kontrol altında tutulmasıdır.
5) Önceki aşamaların geçilmesinden sonra adaletin insanlar arasında icra edilmesi için adalete dayalı hükümet kurmak, beşinci aşama olarak adaletin küresel ölçekte tahakkukuna zemin hazırlar. Fakat eğer sözkonusu aşamalar katedilmezse ona ulaşmak imkânsızdır.
[1] Hadid, 25.
[2] Âl-i İmran, 21.
[3] A’raf ,29.
[4] Yunus, 47.
[5] A’raf, 28-29.
[6] Nisa, 135.
[7] Mecmeu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 3, s. 190.
[8] el-Şevahid, s. 368.
[9] el-Şifa, c. 1 s. 441.
[10] el-Esfaru’l-Erbaa, c. 4, s. 116.
[11] Émile Bréhier, c. 1, s. 189.
[12] A.g.e., s. 191.
[13] Copleston, c. 1, s. 251.
[14] A.g.e., s. 263.
[15] Theodor Gomperz: s. 1488.
[16] Holling: s. 98 ve 99.
[17] Sullivan: s. 40-43.
[18] Hakimi: c. 5, s. 200.
[19] Nahl, 90.
[20] Gurer, c. 1, s. 216.
[21] Gurer, c. 2, s. 30.
[22] Gurer, c. 2, s. 30.
[23] Subhi Salih: 437.
[24] Subhi Salih: 437.
[25] Subhi Salih: A.g.e.
[26] Mutahhari: 19.
[27] Şehidi: 259.
[28] Şehidi: 260.
[29] Şehidi: 344.
[30] Şehidi: 69.
[31] Şehidi: 318.
[32] Tahrim 6.
[33] Şuara 214.
[34] Şehidi: 259.
[35] Şehidi: 317.
[36] Şehidi: 272.
[37] Temimi, hadis 1699.
[38] Temimi, hadis 1702.
[39] Temimi, hadis 193.
[40] İbn Ebi’l-Hadid: c. 20, s. 85.
[41] Temimi: hadis 7748.
[42] Temimi: hadis 7750.
[43] Temimi: hadis 7749.
[44] Temimi: hadis 7778.
[45] Temimi: hadis 7779.
[46] Temimi: hadis 7769.
[47] Temimi: hadis 7760.
[48] Temimi: hadis 7761