Nudbe Duasına Dair Bir İnceleme

Document Type : Original Article

Keywords


Article Title [Persian]

Nudbe Duasına Dair Bir İnceleme

Keywords [Persian]

  • Nudbe
  • Dua
  • İnceleme
  • İslam

Giriş

Dua ve tevessül, insanın dünya zindanının kalp öldürücü hakim atmosferinden kaçmak için ihtiyaç duyduğu, insanın uçmasını sağlayan iki kanadıdır. Bu mesele, insanı dua ve ziyaret kavramlarını idrake yardım edecek etkenler bulmaya zorluyor. Bu etkenler arasında duanın cümlelerine dikkat etmek, onun ruh bahşeden anlamlarını kavramada son derece önemli bir rol oynamaktadır. Yani Masumların (a.s) dualarındaki insan ruhunu terbiye etmek için var olan seyir ve intikalleri anlamaktır. Kelimelerin tercüme edilip açıklanmasına ihtiyaç duyulduğu gibi, bölümleri arasındaki bütünsel düzeni ve siyakında gizli kalan sırları anlamaya da ihtiyaç vardır. Zira duanın bütünsel terkibi ve bütünsel özellikleri birbirine bağlı bir manzumedir ve bu da insan ruhunu geliştirmek, yüceltmek ve nihayet tek olan Allah’a yakınlaştırmak için Allah’ın velilerinin (a.s) dilinden dökülmüştür. Duanın inişli çıkışlı bir şekilde düzenlenmesi, insan ruhunun karmaşık ihtiyaçlarıyla uyumludur. Masum İmam (a.s) insanın varlıksal boyutlarına yönelik kapsamlı bir bakışa sahiptir ve saadete ulaşmasında ona yol göstericilik yapmak istemektedir. Son derece incelikli ve dikkatle seçilmiş kelimelerle konuşarak insanın ruhunu bulunduğu aşamadan daha yüksek bir aşamaya doğru harekete geçirmektedir. Bu yüzden hiçbir kelimeyi bir diğerinin yerine geçirmek ya da duanın cümlelerinin veya paragraflarının yerlerini değiştirmek mümkün değildir.

Dolayısıyla kelimelere, kelimelerin türlerine, duanın bölümlerine ve paragraflarına dikkat göstermek, ondaki seyri ve intikalleri daha iyi anlamak için gereklidir. Biz bu yazıda böylesi bir bakış açısıyla Nudbe duasının bölümleri arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışacağız. Böylece umarız bu melekûtî duanın nihai maksadını keşfetme yolunda aramızda eksik olmayan varlığının gaybi inayet ve teveccühüne nail oluruz.  

Konuya geçmeden önce bu dua-yı şerifin senedini tanıtmak yerinde olacaktır.

Duanın Senedi

Bu dua için iki senet zikredilmiştir. Aşağıda bunların her biri incelenip açıklanacaktır.

 

Birinci Senet

Bu senet, merhum Seyyid bin Tavus’un Misbahu’z- Zair kitabında yer verdiği bir nakille ilgilidir. Onun ifadesi aynen şu şekildedir:

ذکر بعض اصحابنا قال: قال محمد بن علی بن أبی قره، نقلت من کتاب محمد بن الحسین بن سفیان البزوفری قدس سره دعاء الندبه وذکر انه الدعاء لصاحب الزمان صلوات الله علیه ویستحب أن یدعا به فی الأعیاد الاربعه وهو...

"Ashabımızdan bazıları şöyle dedi: Muhammed bin Ali bin Ebi Karre, merhum Muhammed bin Hüseyin bin Sufyan bin el-Bezuferi’nin kitabından Nudbe Duasını nakletmiştir. Hz. Sahibu’z- Zaman (a.s) için olan bu duanın dört bayramda –Cuma günü, Kurban bayramı, Fıtır bayramı ve Gadir bayramı- okunması müstehaptır."[1]

 

İkinci Senet

Nudbe duasıyla ilgili ikinci senet, rivayet kitaplarında yer almaktadır. Bu senedi merhum Meclisi, Biharu’l- Envar[2] kitabında nakletmektedir.

"Muhammed bin Meşhedi, Mezar kitabında –Mezar-ı Kebir- Nudbe duasını Muhammed bin Ebi Karre, Cafer bin Muhammed bin el-Hüseyin bin Sufyan el-Bezuferi’nin kitabından nakletmiştir."

Görüldüğü gibi ilk senette var olan o zayıflık, ikinci senette göze çarpmamaktadır. Çünkü ikinci senette merhum Meşhedi doğrudan doğruya Muhammed bin Ali bin Ebi Karre’nin Nudbe Duasının merhum Bezuferi’nin kitabından nakledildiğini söylediğini belirtiyor. Hâlbuki birinci senette merhum Seyyid bin Tavus, "bizim bazı ashabımız şöyle zikretti" diye buyuruyor.

Şunu da belirtmeliyiz ki merhum Meclisi, her iki senedi açıkladıktan sonra şöyle görüş belirtiyor: "Muhtemelen Seyyid bin Tavus da bu iddiayı Meşhedi’den almıştır ashabımızdan bazıları derken de maksadı merhum Meşhedi’dir."

Elbette şunu da belirtmeden geçmemek gerekir: eğer Seyyid bin Tavus (ks) Nudbe Duasını merhum Meşhedi vasıtasıyla naklediyorsa burada bir sorun ortaya çıkıyor. O da şudur: Seyyid (ks) Nudbe Duasını beyan ettikten sonra şöyle diyor:

"Sonra, daha önce açıklandığı üzere ziyaret namazını kılın Allah’tan ne istiyorsanız isteyin, inşallah kabul olacaktır."[3]   

Hâlbuki merhum Meşhedi Mezar adlı kitabında Nudbe Duasının sonunda böyle bir ziyaret duasını haber vermiyor. Ama merhum Seyyid, İkbalu’l A’mal’da[4]  Nudbe Duasından sonra böyle bir namazı nakletmiyor. Bu durum, merhum Seyyid’in Misbah’ta ziyaret namazını reca olarak naklettiğinin belirtisi olabilir.

Ancak her halükarda uzmanların nezdindeki senet, esas alınmaya daha uygundur. Bu, merhum Muhammed bin Meşhedi’nin senedidir ki biz de bunu inceliyoruz. Fakat duanın senedini incelemeye geçmeden önce Muhammed bin Meşhedi’nin Mezar kitabına göz atmak gerekiyor.

 

Mezar-ı Kebir Kitabını Tanıyalım

Muhammed bin Meşhedi’nin ‘Mezar’ kitabı yüce İslam Peygamberi (s.a.a) ve onun nurani ailesinin ziyaretleri konusunda yazılmış bir kitaptır.

Merhum Meclisi, Biharu’l- Envar’da bu kitaptan ‘Mezar-ı Kebir’ diye söz etmiştir.[5] Allame Tahrani’nin ez-Zeria’a’da beyan ettiği üzere,[6] ayrıca Mustedreku’l Vesail’in sonunda gözüktüğü üzere bu kitap, Merhum Nuri’nin Mustedreku’l Vesail’i için kullandığı kaynaklardan biriydi.[7] Mezar-ı Kebire’nin mukddimesindeki ifadeden anlaşıldığına göre merhum Meşhedi, senedine itimat edilebilir ve ravileri güvenilir olan rivayetleri nakletmiştir.

Son olarak şunu da eklemek gerekir, merhum Seyyid bin Tavus, bu kitaba güvenmesinin ve ondan çokça nakiller yapmasının yanı sıra onu övücü sözler de söylemiştir.[8]

Muhammed Bin Meşhedi’yi Tanıyalım

Merhum Ayetullah Hoyi’nin Mucemu’r- Rical’de Şeyh Hür Amili’den naklen söylediklerinden anlaşılıyor ki Muhamed bin Meşhedi’den maksat, Muhammed bin Ali bin Cafer’dir.[9] Fakat merhum Hacı Nuri, Mustedreku’l Vesail’in sonunda bu konuda şöyle buyuruyor: "Muhammed bin Meşhedi’den maksat, Muhammed bin Cafer bin Ali bin, Cafer el-Meşhedi’dir. Ondan ‘Hairi’ diye de söz edilir. O, Ebu’l Fazl Şazan bin Cebrail Kummi’den rivayet nakleden kişilerden biridir. O, ayrıca iki vasıtayla merhum Muhammed bin Numand’dan (Şeyh Mufid) rivayetler nakletmiştir."[10]

Fakat her halükarda Muhamed bin Meşhedi’den maksat, bu ikisinden hangisi olursa olsun (Muhammed bin Ali bin Cafer veya Muhammed bin Cafer bin Ali bin, Cafer el-Meşhedi) güvenilir ve değerli bir kişidir ve rical kitaplarında övücü sözlerle anılmıştır.

 

Muhammed Bin Ali Bin Ebi Karre’yi Tanıyalım

Muhammed bin Ali bin Ebi Karre ile ilgili olarak şunu söylemek gerekir ki o, kitap sahibi ve güvenilir ravilerden biridir. Rical-i Necaşi’de onun hakkında şöyle denmektedir: "Muhammed bin Ali bin Yakub, İshak bin Ebi Karre, Ebu’l Ferec el-Kanai, lakabı ‘Katib’dir. O, güvenilir bir şahıstır. Ondan geriye sözlü ve yazılı birçok şey kalmıştır. O, İmamiye ashabı arasında kitapları sayfa sayfa okunan biridir. Meclislerde her zaman bizimle birlikteydi. Onun kitapları şunlardır: Amel-i Yevmu’l Cuma, Amelu’ş- Şuhur, Mucemu’r- Rical Ebu’l Mufazzal ve et-Teheccud."[11]

Merhum Necaşi, son olarak şöyle diyor: "Muhamed bin Ebi Karre, benim için rivayet nakletmiş ve kitaplarını nakletmem konusunda bana izin vermiştir." "Meclislerde sürekli olarak bizimle birlikteydi" ifadesinden anlaşılıyor ki merhum Necaşi, İbn Ebi Karre’nin döneminde yaşamıştır.

Yine ‘ehbarni ve ecazni cemi’ kütübihi’ ifadesinden de anlaşılıyor ki merhum Necaşi, İbn Ebi Karre’den kitaplarını nakletme iznine de sahiptir.

Dolaysıyla denilebilir ki her ne kadar bu iki büyük insan aynı dönemde yaşamış olsa da merhum Necaşi, İbn Ebi Karre’nin kitaplarını nakletme izni aldığına göre İbn Ebi Karre, merhum Necşi’ye icazet veren meşayıhtan sayılır.

 

Muhammed Bin El-Hüseyin Bin Sufyan El-Bezuferi’yi Tanıyalım

Merhum Ayetullah Hoyi’nin Mucemu’r- Rical’de belirttiğine göre,[12] bu şahıstan iki adla bahsediliyor: 1) Muhammed bin el-Hüseyin bin Sufyan el-Bezuferi, 2) Muhammed bin el-Hüseyin el-Bezuberi, Ebu Cafer.

O, Ahmed bin İdris’in öğrencilerindendir ve ondan rivayetler nakletmiştir. Merhum Muhammed bin Numan’ın (Şeyh Mufid), Muhammed bin el-Hüseyin bin Sufyan el-Bezuferi’den rivayet nakletmesinden dolayı onun Şeyh Mufid’in de şeyhlerinden olduğu söylenebilir.

Onun güvenilirliği meselesiyle ilgili olarak da şunu söylemek gerekiyor: Her ne kadar Muhammed bin el-Hüseyin bin Sufyan el-Bezuferi bağlamında rical kitaplarında güvenilir olduğuna dair özel bir ifade yoktur; ancak bu kişinin merhum Mufid’in kendisinden çok fazla rivayet nakletmesinden ve birçok yerde kendisini rıza ve rahmetle anmasından dolayı hiç kuşkusuz şöyle söylenebilir: Genelin onu tevsik etmesi (güvenilir bulması) kuralı onu kapsamaktadır. Çünkü rical ilminin büyüklerinin belirttiği kurala göre eğer bir şahıs meşhursa, ondan çok sayıda rivayet nakledilmişse, ayrıca onun hakkında zayıf olduğuna dair bir ifade yoksa bu zahiri iyilik göstergeleri onun güvenilir olduğunun belirtisi sayılabilir. Çünkü onun şöhreti vardı ve eğer rical alimleri onun bir yanlışını veya kusurunu görseydi bunu açıklardı.

 

"İnnehu Ed-Duai Li Sahibuz’z- Zaman (a.s)" İfadesinin Anlamı

Bu dua-yi şerifin senet silsilesinin güvenilir olduğu açıklandıktan sonra İbn Bezuferi’nin bu duayı nakletmeden önce kullandığı bir ifadeyi açıklamamız gerekiyor.

O, Nudbe Duası metnini nakletmeden önce şöyle diyor:

انّه الدعاء لصاحب الزمان صلوات الله علیه ویستحب أن یدعی به فی الاعیاد الاربعه..

Merhum Bezuferi şöyle diyor: "Nudbe Duası, Hz. Sahibu’z- Zaman için olan bir duadır. Ve bunu Fıtır, Kurban, Gadir Hum bayramlarında ve Cuma günü okumak müstehaptır." [13]

Dikkat edenlerin hemen fark edeceği üzere "İnnehu ed-duai li Sahibuz’z- Zaman salavatullahi aleyh" ifadesi konusunda iki ihtimal bulunmaktadır.

1) Bu dua-yı şerif, İmam-ı Zaman (a.s) tarafından yazılmıştır.

2) Bu dua, İmam-ı Zamana’ın (a.s) mukaddes varlığı için yazılmıştır; Bu duanın yazımı İmam-ı Zaman’ın kendisi tarafından yapılmamıştır.

Bu noktada merhum Bezuferi bu duayı dört bayramda okumanın müstehap olduğunu söylüyor.

Buradan anlaşılıyor ki merhum Bezuferi’ye göre bu dua Masum İmamların (a.s) dışında biri tarafından yazılmamıştır. Çünkü İmamiye ashabının büyükleri hiçbir zaman masum olmayan bir şahıs tarafından yapılmış bir dua için ‘bu duanın falanca belirli vakitlerde okunması müsteahaptır" diye bir ifade kullanmamıştır.

Dolayısıyla iki karine ile Nudbe Duasının, masum imamın dışındaki bir şahıs tarafından yazıldığı iddiası geçersizdir.

1) "Yesteheb" (Bu duayı okumak müstehaptır) ifadesinden anlaşıldığı kadarıyla bu dua masum imamdan sadır olmuştur. Zira herhangi bir fiili veya zikri beş hükümden (vacip, haram, müstehap, mekruh ve mubah) birine dair hükme bağlamak yalnızca Allah’ın velileri tarafından yapılmalıdır.

2) Bu duanın okunması için belirli bir zaman (dört bayram) tayin edildiğine göre masum olmayan birine ait olan bir dua, böylesine bir özelliğe sahip olamaz.

 

Nudbe Duası Hangi İmam Tarafından Yazılmıştır

Peki, bu duanın masum imamların hangisi tarafından yazıldığına gelince… Bu da yine çok net bir şekilde belli değildir. Merhum İbn Bezuferi’nin ifadesinin zahirinden anlaşıldığına göre bu dua, İmam-ı Zaman’a (a.s) aittir. Bu durumda şunu söyleyebiliriz: Bu dua da tevkiattandır [İmamların, özellikle de İmam Mehdi’nin mektuplarına ve yazdıklarına verilen isim.] ve İmam-ı Zaman (a.s) tarafından küçük gaybete yakın bir dönemde yaşamış olan merhum İbn Bezuferi için sadır olmuştur. Tıpkı merhum Şeyh Mufid’e sadır olan tevkiat gibi.

İkinci ihtimal ise şudur: Bu dua İmam Sadık (a.s) tarafından sadır olmuştur. Tıpkı merhum Meclisi’nin Zadu’l Mead[14] kitabında buyurduğu gibi.

Gerçi bazıları duanın içeriğindeki bazı kısımların uyumsuz olmasından dolayı bunun İmam Sadık’tan sadır olduğu yönündeki ihtimali reddetmek istemiştir; ama araştırmacılar için son derece açıktır ki bu sorunlu görülen kısımlar açıklanabilir niteliktedir. Zira buna benzer içerikler, başka yerlerde de İmam Sadık’tan (a.s)[15] ve diğer imamlardan[16] da nakledilmiştir. Ama her halükarda Nudbe Duası senedinden anlaşılan şudur ki bu dua, birinden nakledilmemiş bir dua değildir, İmamların (a.s) birinden nakledilmiştir. Ayrıca bu duanın metnine dikkat edildiğinde böylesine yüksek ve melekûtî bir içeriğe sahip olan Nudbe Duasının masum imamdan nakledildiği kolayca anlaşılıyor.

 

Duanın Bölümleri

Bu dua dört bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler birbiriyle ilişkilidir ve toplamda muntazam bir bütünlük ve homojen bir seyir meydana getirmektedir.

Birinci Bölüm: Hamd ve Salavat

Bu dua, Allah’ın rububiyetine hamd, yüce peygamber (a.s) ve onun mükerrem ehlibeytine salavatla başlamaktadır.

الحمد لله ربّ العالمین وصلی الله علی سیدنا محمد نبیّه وآله وسلم تسلیماً.

Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun, Allah’ın selamı efendimiz Muhammed peygamberin ve onun ailesinin üzerine olsun.      

 

İkinci Bölüm: Kazaya Sena

Bu bölüm, Allah’ın velilerine yönelik ilahi kazaya yine hamd ve sena ile başlıyor. Bu bölüm aslında duanın tamamını özet olarak içeriyor ve özet ifadelerle duanın sonraki içeriklerine işaret ediyor.

اللهم لک الحمد علی ماجری به قضاؤک فی اولیائک... وجعلتهم الذریعه الیک والوسیله الی رضوانک.

Allah’ım hamd yalnızca sana layıktır ve senin velilerin hakkında cari olan ilahi kaza ve kaderine… Onları sana yönelme sebebi ve hoşnutluğun için vesile kıldın.

 

Üçüncü Bölüm: Başından Tekâmüle Kadar Tarih

Bu duanın üçüncü bölümünde ilahi kaza ve hükmün Allah’ın velileri hakkındaki macerası inceleniyor. Burada insanlık tarihinin başlangıcı, esaslı değişimler ve nihayet insanlık toplumunun Allah’a yakınlaşmasının zirvesi ve yaratılışın nihai hedefi olan İmam Mehdi’nin hâkimiyet dönemine doğru olan tekâmül seyri ele alınmıştır. Bu bölüm, " فبعض أسکنته جنتک " ifadesiyle başlayıp "nahnu nekul elhamdulillahi rabbil âlemin" cümlesiyle sona eriyor.

Dördüncü Bölüm: Yardım Dileme Ve Talep

Hak Teâla'nın dergâhından yardım dileme Nudbe duasının son bölümünü oluşturur.

اللّهم أنت کشّاف الکرب والبلوی....

Allah’ım sıkıntı ve zorlukları ortadan kaldıran yalnızca sensin.

 

Duayı Anlamanın Anahtarı

Öyle gözüküyor ki belki de bu duadan hareketle asil Ehlibeyt maarifine dayalı bir tarih felsefesi kurmak için ciddi ve faydalı veriler edilebilir. Ama konuya girmeden önce tarih felsefesinin tarifine ve onunla ilgili çeşitli bakış açılarına kısaca değinmek gerekiyor.

Tarih felsefesinden maksat, tüm insanlık tarihinin tahlilidir. Yani bu bilimde başından sonuna kadar tarihteki akış ve hareket, tarihin tekâmül şekli, onun değişim ve tekâmülüne hâkim olan etkenler incelenir. Dolayısıyla bir taraftan tarihi gelişmeleri tahlil etmek ve onların tekâmül hareketleriyle ilgili görüş bildirmek, diğer taraftan insanın dünyaya bakışına bağlı olması, tahlilin niteliğini insanın varlığına bağlı kılıyor. Yaratılışı ve onun teamülünü Hak Teâla'nın rububiyet ve yaratıcılığı temelinde bina eden Müslüman ve muvahhit bilginler, yaratılış düzenini maddenin istiklal ve istiğnası temelinde gören maddeci teorilerle uzlaşamaz. Zira maddeci teorisyenler, yaratılıştaki nihai kemali, mutlak duyular temelinde ve maddi duyuları ve zevkleri esas kabul ederek tarif ederler. Bu bakış açısı, tarihin tekâmül aşamasını insani içgüdülerin tamamen tatmin edildiği bir aşama olarak görür. Bu ise tevhidi bakış açısına sahip Müslümanların inançlarıyla ciddi bir şekilde tezat oluşturur. Allah’ın mutlak yaratıcılığı esasına dayalı olan İslami bakış açısı yaratılışın tekâmülünü ilahi rububiyete geri döndürür ve şöyle der: Bu tek olan rabbimiz, daimi rububiyeti ile tüm mahlûkları tekâmül seyrine yerleştirmiştir. Bu şekilde tarihin tekâmülü de toplum, ilahi rububiyet ve velayeti kabul ettikçe gerçekleşecektir. Bu önemli hedefe ulaşmak yalnızca insanların iradesiyle mümkün olacaktır. Yani insanlar, kendi tercihleriyle ilahi velayeti kabul ettiği zaman kendini tarihin tekâmülüne ortak kılabilir. Ve toplumun, toplumsal bir tapınmaya yaklaşmasının sırrını çözebilir. Sonuçta velayet cereyanı ve insan âlemindeki ilahi gözeticilik daha fazla zuhur eder ki bu da tarihin nihai kemalidir.

Bu arada Allah’ın özel velileri, ilahi velayetin insan üzerindeki uygulayıcısı rolünü oynamaktadır. Yani Allah Teâla, insanlar üzerindeki velayetini onlarla doğrudan irtibat kurmak şeklinde uyguluyor değildir. Tam tersine, Allah velayetini seçtiği velileri aracılığıyla insan toplumuna uygular. Allah’ın bu özel velileri, ilahi velayeti tamamıyla kabul ettikleri için sınavdan alnı ak ve başı dik bir şekilde çıkmış ve iradesi, ilahi velayetin varlık âlemindeki mecrası olmuştur. Bu yüzden Şia’nın melekûtî maarifine göre insan toplumunun kemali ve tarihin arzulanan kemal yönündeki hareketi, Allah’ın velilerinin mecrasından geçmektedir. Onların iradesinin zuhuruna uygun bir şekilde de insanlık âleminde olacaktır. Çünkü onlar Hak Teâla'nın yeryüzündeki halifeleridir ve insanlar da onların velayetine itaat etmekle görevlidir.

من أطاعکم فقد أطاع الله ومن عصاکم فقد عصی الله.

Kim size itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur, kim size isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur.

Kuşkusuz kim bu yolda Allah’ın velilerinin velayetini kabul etmezse, şeytanın velayetine girmiş olur.

Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.[17]  

Dolayısıyla insanların tevhidi bir toplumla bağının ve onun kemal yönündeki hareketinin temel ekseni ilahi velayeti sevmek ve kabul etmek ve Allah’ın velilerini tam olarak veli edinmektir.

Aynı şekilde kişilerle şeytani toplum arasındaki bağın ekseni de şeytanı sevip onu veli edinmek ve tamamen maddi arzularının peşi sıra hareket etmektir.

Öyle gözüküyor ki tarih felsefesine yönelik bu bakış açısı, insanlık âlemindeki Allah’ın velilerinin (a.s) velayet macerasıdır. Âlemin tüm seyri ve toplumun Allah’a doğru hareketi ve hatta bu seyrin niteliği adeta Nudbe Duasının nurani içeriğinde gözükmektedir.

 

Bölümlerin Şerhi

Birinci Bölüm Hamd Ve Salavat

الحمد لله رب العالمین وصلّی الله علی سیّدنا محمد نبیّه وآله وسلم تسلیماً.

Nudbe Duasındaki bu bölüm tüm kısalığına rağmen, varlık âleminde ve insanlık toplumunda gerçekleşmesi gereken tüm maceranın özetini ifade etmektedir.

Elhamdulillahi rabbil âlemin ifadesi, Allah Teâla'nın tüm varlıklar üzerindeki rububiyet macerasına işaret etmektedir; bunun neticesinde de ilahi velayeti takip edecektir.

وصلّی الله علی سیدنا محمد نبیه وآله وسلم تسلیماً

 İfadesi o rububiyet ve velayetin eksenine ve mecrasına işaret etmektedir. Bu, Allah katından tüm âleme hâkimdir. Zira tüm varlıklar üzerindeki ilahi rububiyet, bu rububiyetin cereyan ettiği güzergâh İslam’ın yüce Peygamberi ve onun değerli Ehlibeytinden geçmektedir.

Genel olarak bu kısa bölümü, bu duanın bütünlüğünden ve bu duanın geri kalan bölümlerinde yer alan konulardan bağımsızlık ilanı olarak görmek mümkündür.

İkinci Bölüm: Kazaya Sena

الّلهم لک الحمد علی ما جری به قضاؤک فی اولیائک الذین...  

Diye başlayan kinci bölümde, evliyalarına cari olan ilahi kazadan dolayı Allah’a hamd ediyoruz. Bu bölümün devamında bu kazanın evliyaya nasıl cari olduğu ile ilgili olarak özetle şu açıklama yapılıyor: Allah Tebarek ve Teâla, dünyanın muhtelif dereceleri ve merhalelerindeki zühde dair velilerinden söz aldı; onlar da Allah’a verdikleri söze bağlı kaldılar. O sözü koruma yolunda karşılaştıkları tüm bela ve zorluklara tahammül ettiler:

 بعد أن شرطتَ علیهم الزهد فی درجات هذه الدنیا الدنیه... فشرطوا لک ذلک،  

Allah Teala da söze bağlı kalma ve onu koruma yönündeki çabayı kendisinin en seçkin ebedi nimeti olarak onlara ayırdı ve onların çabalarını kabul etti, onları kendisine yaklaştırdı. Adlarını yüce yaptı, açık övgülerini onlar için yaptı. Bu büyük nimetler o derece devam etti ki Allah meleklerini değerli velilerine gönderdi. Onlara vahiy indirerek onlara ikramda bulundu bu kabulün ve yakınlaşmanın neticesi olarak Allah kendi ilmini saçarak bu özel velilerine yardım etti. Yani onlar öyle bir mertebeye ulaştılar ki tüm âlemler için hidayet menşei oldular.

فقبلَتهم وقّربتهم وقدّمت لهم الذکر العلی والثناء الجلیّ وأهبطت علیهم ملائکتک....

Dolayısıyla özet olarak bu bölümde birkaç temel noktanın gizli olduğu ve onların da şunlar olduğu söylenebilir:

Allah’ın velileri bu dünyada muhtelif derecelerle ilgili olarak Allah’a verdikleri zühd sözünden dolayı tüm ağır sınavlara ve belalara da galip geldiler ve Allah katından iki mükâfatla ödüllendirildiler. Birincisi Allah’a yakınlaşmış olmaktır. Diğeri ise diğer yaratılmışların hidayetine vesile olmalarıdır. Bu, Allah’ın velilerinin ilahi kazayla olan övülesi nitelikteki macerasıdır. Çünkü ilahi rububiyetin tüm âleme eksen olması bu mecra ile gerçekleşiyor.

Elbette şunu da bilmek gerekir ki evliyaya yönelik ilahi kaza cereyanı sırasında Allah’a hamd merhalesine ulaşmak, Allah’ın velisinin ağır bela sınavını geride bırakmasını ve Allah’ın velisinin bu belalarla mücadelesini gerektirir.  Bunun ise çeşitli mertebeleri vardır. Zira belaya uğradıktan sonra birinci aşamada Allah’ın velisinin belasına sabretmek sonraki aşamada da bu belaya teslim olmak gerekir. Sonra o beladan razı olur, son aşamada ise o belalardan dolayı Allah’a şükreder. Açıktır ki Allah’ın velisinin uğradığı belayı çekmeyen ve Allah’ın velilerinin hiçbir belasını idrak edemeyen bir insan, böylesi bir belaya şükür ve hamd merhalesine ulaşamaz. Zira ilahi kazaya hamdı idrak edebilmek, insanın Allah’ın velilerinin çektiği zorluk ve sıkıntıları görmesi ve onun semerelerini idrak etmesi şartına bağlıdır. Ayrıca bu macerada Allah’ın kendi velilerine yönelik güzel yaratışını da kavramalıdır. Ancak böylesi bir insan bu aşamaları geçtikten sonra Allah’ın velilerine yönelik kazası sırasında Allah’a hamd ve sena merhalesine ulaşabilir.

 

Üçüncü Bölüm: Başlangıçtan Tekâmüle Kadar Tarih

Nudbe Duasının bu bölümü, duanın en uzun bölümünü oluşturur; tarihin tekâmül merhalelerini ayrıntılı bir şekilde işler. Bu yüzden bu bölümü birkaç kısma ayırmak mümkündür.

 

Birinci kısım:

فبعض اسکنته جنتک الی أن أخرجتَه منها... فنتبع آیاتک من قبل أن نذّل ونخزی.

Birinci bölümde peygamberlerin biseti olayına kısa bir değini vardır. Hz. Adem’in zikredilmesinden ve onun cennetten çıkarılmasından sonra ulu’l- azm peygemberlerden ve risaletleri boyunca karşılaştıkları önemli olaylardan söz ediliyor. Onlara yönelik ilahi kazaların belli başlılarına değiniliyor. Eğer duanın bu bölümüne tarih felsefesi açısından bakacak olursak, bu bölümün ulu’l- azm peygamberlerin biseti demek olan tarih tekâmülünün ana halkasını oluşturduğunu söylememiz gerekir. Çünkü eğer biz insanlık toplumunun kemalini Allah Teâla'ya yakınlaşma aşaması olarak görüyorsak -nitekim onda ilahi velayet ortaya çıkmıştır ve toplum tüm yönleriyle ilahi irade ekseninde dönmektedir- tarihin en önemli kemal aşamasını şeriat sahibi peygamberlerin gönderilmesi (biseti) olarak değerlendirmemiz doğaldır. Zira Allah ile insanlık toplumu arasındaki bağlantı olan şeriat sahibi ulu’l azm peygamberlerin gönderilmesiyle ilahi şeriat yeryüzünde daha fazla kemale sahip oldu. Sonuçta Allah’a kulluk zemini, insanlar için çok daha fazla hazırlanmış oldu bu da insanlık toplumunun hidayette yeni bir aşamasını beraberinde getirdi. Duanın bu bölümünün sonunda bu peygamberlerin biseti vesilesiyle ilahi hüccetin tüm tarih için tamamlanmış olduğu, ilahi rububiyet ve velayetin sınırlarının tarihte netleştiğini hatırlatıyor. Bu ise insanın tercihi ve iradesiyle çelişmiyor. Aksine, ilahi elçiler geldikten sonra da (ki onların gelişi Allah’ın velayetini topluma cari kılmıştır) yine batılı izleyen ve tağutun velayetini kabul eden insanlar olmuştur. Zira bundan önce tarihte hak ekseninin korunması, bu peygamberlerin çabalarıyla olmuştur.

 

İkinci kısım:

الی أن انتهیتَ بالأمر الی حبیبک ونجیبک محمد (صلی الله علیه وآله وسلم)....

Bazı ulu’l azm peygamberleri gönderilmesiyle gerçekleşen tarihin değişim aşaması incelendikten sonra duanın bu bölümünün ikinci kısmında yüce İslam Peygamber’inin (s.a.a) özellikleri açıklanarak tarihin daha mütekamil bir merhalesine geçiliyor. Bu merhale Allah’ın son peygamberinin gönderilmesiyle oluşmuştur. Bu konuyu Mükerrem İslam Peygamberinin (s.a.a) özelliklerinin sayıldığı duanın bu bölümünde bulmak mümkündür.  Tüm yaratılmışların efendisi, seçilmişlerin özü, seçilmişlerin en büyüğü, Allah’ın güvendiği kimselerin en değerlisi, olarak Hz. Peygamber’in (s.a.a) seçilmesi, Hz. Peygamber’in diğer tüm peygamberlerden açık ve net bir şekilde üstün olduğunu ifade ediyor. Bunun sonucunda Hz. Peygamberin biseti de kendine özgü özelliklere sahip olacaktır. Bu çerçevede, Hz. Peygamberin bisetinin insanları ve cinleri içeren genel ve kapsamlı biseti, onun şeriatının ve risaletinin doğudan batıya her yere şamil olması, korku ve dehşete muzaffer olması, Hz. Peygamber’in (s.a.a) en iyi melekler tarafından korunması ve nihayet onun dininin diğer dinlere galip gelmesinin vaat edilmesi sayılabilir.

Dolayısıyla şunu söylemek mümkündür: Eğer âlemin büluğ ve tekamülü, ulu’l- azm peygamberlerin bisetiyle başlamışsa Peygamberlerin Sonuncusunun (s.a.a) gelişiyle de bu büluğ yeni bir aşamaya geçmiştir. Bu büluğ ve tekâmül, böylesine kemallere ve derecelere sahip olan bir elçinin eliyle gerçekleştirilmelidir. (Diğer peygamberler, onun sahip olduğu bu özelliklere sahip değildir.) O halde tarihe hâkim olacak olan odur. Âleme galip olan odur. İnsanlık toplumunun nihai hidayet ve tekâmülünü elinde tutmaktadır. İşte bu Allah Teâla'nın mükerrem İslam Peygamberine (s.a.a) olan kazasıdır.

 

Üçüncü kısım: 

وذلک بعد أن بوّئتَه مبوّء صدقٍ من اهله....

Duanın bu bölümünün üçüncü kısmında Hz. Peygamber’in (s.a.a) vasileri, onların Peygamber’in hedeflerini ilerletmedeki rolü söz konusu edilmiş ve sonuç olarak o yüce insanların hidayetinin vesilesiyle tarihin tekamül seyri ele alınmıştır. 

Her ne kadar bu bölümün birinci kısmında özet olarak diğer ulu’l azm peygamberlerin vesayeti meselesinden bahsedilmişse de:

 وتخیرتَ له أوصیاء مستحفظاً بعد مستحفظ، ولی در این بخش، ماجرای وصایت وجانشینی پیامبر اسلام (صلی الله علیه وآله وسلم)

Bu bölümde İslam Peygamberinin (s.a.a) vesayeti meselesi ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Bu da onun tarihin bu aşamasında temel bir role sahip olduğunu göstermektedir. Zira Allah Teala’nın Peygamber-i Ekrem’e (s.a.a) yönelik kazası, onun vasilerinin yoluyla –ki onlar Allah’ın seçtiği velilerdir- devam etmektedir. Yani Allah tarafından Hz. Peygamber’in vasileri olarak seçilen Peygamber ailesinin tümü aynı nurdandır. Allah, onlar arasında Peygamberine özel bir konum vermiştir ve Kur’an’ın ayetlerinde risaletinin tek ücretini Allah yoluna adım atmak olarak açıklamıştır. Bir başka ayette de o aileyi sevmeyi (meveddet) risaletin tek ücreti olarak tanıtmıştır. Bunlardan anlaşılıyor ki Allah yolunda adım atmak olan risalet ücreti, Ehlibeyt’i (a.s) sevmekten başka bir şey değildir. Öyleyse risaletin devamı, Resul’ün ailesinin korunmasıyla anlam kazanmakta, onların çektiği her bela, Peygamber’in çektiği bela olarak sayılmaktadır. İnsanlık toplumunda onların vesilesiyle gerçekleşen herhangi bir hidayet de Allah’ın Resulünün hidayeti olarak değerlendirilmektedir.  Yani toplumun hidayetinin bir bölümü Hz. Peygamberin (s.a.a) diğer bölümü de onun Ehlibeytinin uhdesindedir. Bu yüzden Hz. Peygamber’in döneminin sona ermesinden sonra hemen Müminlerin Emiri Ali’nin (a.s) vesayeti meselesini ele almış ve ona ayrıntılı bir şekilde değinmiştir. Bu da Hz. Ali’nin toplumun tarihi hidayeti sırasında kendi vesayeti vesilesiyle oynadığı kilit rolün bir göstergesidir. Bu da ortaya koymaktadır ki vesayetin asli zuhuru, Hz. Ali’dedir (a.s) ve şu ifade ile اذْ کان هو المنذر ولکل قوم هاد  Muhatabına şunu bildirmektedir: Hz. Peygamberin bereketli hayatı dönemindeki tarihi hidayet merhalesinde Hz. Peygamber’in (a.s) uyarıcılığı (inzar) tek başına yeterli değildir. Onun uyarıcılığının ve tarihi hidayetinin yanında onun temiz Ehlibeytinin ve özellikle de Hz. Ali’nin devam eden hidayetinin de olması lazımdır.

Bu aşamayı açıkladıktan sonra Hz. Ali’nin faziletlerini (a.s) beyan ederek Allah’ın Resulünün (s.a.a) toplumun Hz. Ali’nin (a.s) velayetini kabul etmesi için zemin hazırlamak üzere yaptığı işlere giriyor. 18 Zilhicce’de Gadir-i Hum adlı yerde yalanan olay onların en bariz olanıdır. Bu olayla başlıyor ve hadisi zikrettikten sonra Tebuk savaşı macerasına ve menzilet hadisine giriyor ve ardından Medine’nin Peygamber’in hicretinden sonra tanık olduğu en güzel olaya geçiyor ve Müminlerin Emiri Ali’nin (a.s) Peygamber’in biricik kızı Fatıma ile evliliğine değiniyor. Hz. Ali’nin evinin kapısı hariç olmak üzere tüm evlerin mescide açılan kapılarının kapatılması hatırası zikrediliyor. Hz. Ali’nin yüce ve melekûtî makam ve derecelerini gösteren her bir olaya değiniyor.

Hz. Peygamber (s.a.a) böylece, ümmet içinde kendinden sonraki hidayet bayrağını ayağa kaldırıyor ve kendinden sonraki hidayet güzergâhını hazır hale getiriyor. Bütün bunlar, tarihin tekâmülündeki önemli gelişmelerdir. Bu olayların tek tek her biri, toplumu ilahi velayeti kabul yönünde ileri götüren basamaklar gibidir. Ama burada âlemin maslahatı tarihsel cebir temelinde oluşmamıştır. Toplum, velayeti kabul etme yolunda tercih sahibidir. Yani Ali’nin velayetine baş koymak ile şeytanın ve tağutun velayet eteğine düşmek arasında kendisi tercih yapmaktadır. Maalesef, ümmet Peygamber’den sonra Allah’a yakınlaşma tekâmül yolundan sapmış ilahi velayeti kabul etmekten yüz çevirmiştir. Bu da Allah’ın özel velileri ve Peygamberin vasileri olan Ehlibeyt (a.s) için ağır belaların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

لم یمتثل امر رسول الله (صلی الله علیه وآله وسلم) فی الهادین بعد الهادین والاُمه مصرّه علی مقته....

Şunu da belirtmek gerekir ki Allah’ın velileri o tahammül edilemez belalarla karşılaşmasına rağmen toplumun velayeti yine de rububiyetin tedbir elinden çıkmamıştır. Allah’ın iradesi âlemin işlerinin iyi ve güzel akıbetinin velilerin eline düşmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Bu da onların Allah yolunda, Allah’ın dininin ihyası için katlandıkları o halisane zahmetlerin bir sonucudur.

 

Dördüncü kısım:

Daha önceki tüm merhaleleri geride bırakmasından ve insanın Nudbe yoluyla velilerin çektiği belalardan dolayı gözyaşı dökmesinden sonra insan kendini o belalara hazırlıklı kılıyor. Bu bölümde, dua çekilen bu belalara bir bekleyiş psikolojisi oluşturarak yön verme çabasına giriyor. İnsanı, çekilen bu belalardan faydalanmaya sevk ediyor ve onu İmam Mehdi’ye (af) yönelmeye davet ediyor. Bu da bu duada farklı üsluplardaki şu üç merhalede ortaya çıkıyor:  

Birinci merhalede ‘eyne’ lafzıyla, tağutun defterini dürmek için evliyanın tek umudu olan İmam Mehdi’yi arayış ifade ediliyor. Bu arayışta çoğunlukla İmam-ı Zaman’ın (a.s) hükümetinin hedefleri takip ediliyor.

أین بقیه الله التی لا تخلو من العتره الهادیه أین المعدّ لقطع دابر الظلمه....

İkinci merhalede, birinci merhale geride bırakıldıktan sonra ‘ya’ nidasıyla, bizatihi İmam Mehdi’nin kendisi talep ediliyor ve doğrudan onun kendisine hitap ediliyor. Bu merhale, önceki merhaleden daha yüksektir. Zira İmam Mehdi’nin huzurunda olunduğu hissi vardır. Bu merhalede daha çok, onun varlığının ve şahsiyetinin vasıfları anlatılmaktadır.

یا بن الساده المقربین یا بن....

Son aşamada ise İmam Mehdi’yle söyleşme ve içinden geçenleri ona anlatmaya başlanıyor. Bu söyleşmeler, Allah’ın velisiyle sadece lafta kalan konuşmalar düzeyini aşıp ona olan gerçek ihtiyacı hissettirdiği zaman insanın varlığında görünür hale geliyor.

Özel bir gönül bağlılığını ifade eden bu merhaleye ulaşmak, önceki iki merhalede taleplerin zirveye ulaşmasından dolayıdır.  

لیت شعری أین استقرتْ بک النّوی....

Dördüncü Bölüm: Yardım Dileme Ve Talep

الّلهم أنت کشّاف الکرب والبَلوی....

Nudbe Duasının bu bölümü, insanı Allah’ın velisiyle dertleşip söyleşme halinden Allah Teâla'ya isteklerini ve ihtiyaçlarını söyleme haline geçiriyor. Önce Allah’ın velisini görme talebi ile başlanıyor. Bu ise insanın İmam-ı Zaman’ın varlığını idrak etmeye duyduğu ruhsal iştiyakı gösteriyor. Elbette buna insanın Allah’tan bu dileklerini sadece dünyada değil ahirettte de kabul etmesini istemesi eşlik ediyor. Ardından Peygambere ve ehlibeytine salavatla yeniden Allah’ın özel velisine yöneliyor. Sonunda da şefaat talebi ile o arayışın ve bekleyişin neticesi olarak Allah’ın velisine daimi olarak kavuşma dileği Allah’ın dergâhında dile getiriliyor.

Özetlendiği üzere, bu dua, üçüncü bölümün başında insanlık toplumunun tekâmülü yönündeki gelişmeleri kısaca anlatarak insanı ilahi kazanın Allah’ın özel velisiyle olan macerasına götürüyor. Duanın okuyucusunu üçüncü bölümün sonundaki şu cümleyle فعلی الاطایب من اهل بیت محمدٍ وعلی صلی الله علیهما وآلهما فیبک الباکون...  Allah’ın velisinin uğradığı belaların içine çekiyor. Bu haldeyken de şu ifadeyi zikrederek أین الحسین أین الحسین  Onun musibete uğramış ruhunu Allah’ın velisinin zahmetlerinin neticeye ulaşmasıyla belaların ortadan kalktığı dönemin beklentisine sevk ediyor. Yani Allah’ın velisinin belasına mübtela olmuş insanın uğradığı musibeti hidayet etmeye çalışarak onun matemini bekleyiş ışığıyla aydınlatıp hedefli hale getiriyor. (Nitekim bu bekleyiş, insanlık toplumu için nihai kemal isteğidir.) Elbette bu kadarla da yetinmiyor. Bekleyişin üç merhalesini geçtikten sonra dördüncü bölümde Allah’ın velisinin yeryüzündeki hak devletini idrak etme dileği ve duasının ardından okuyucuyu, ebedi ve uhrevi kavuşmanın ayrıntılarına da götürerek rehberlik ediyor. Bu ise masum imamlardan (a.s) dua formatında Ehlibeytin melekûtî maarifini esas alan bir tarih felsefesinden başka bir şey değildir.



[1] Misbahu’z- Zair, Seyyid bin Tavus, s.446.

[2] Biharu’l- Envar, Meclisi, c.99, s. 104-110.

[3] Misbahu’z- Zair, s.453.

[4] İkbalu’l A’amal, Seyyid bin Tavus, c.1, s. 504.

[5] Biharu’l- Envar, c. 99, s. 110.

[6] Ez-Zeria, Şeyh Ağa Bozorg-i Tehrani, c.20, s. 324.

[7] Mustedreku’l Vesail, Nuri, c.3, s.368-369; ez-Zeria, c.20, s. 324.

[8] Mustedreku’l Vesail, c.3, s.368.

[9] Mucemu’r- Rical, Ayetullah Hoyi, Zeyl-i Muhammed bin Meşhedi, c.17, s.259.

[10] Mustedreku’l Vesail, c.3, s. 368. Ez-Zaria, c.20, s. 324.

[11] Rical-i Necaşi, s.283.

[12] Mucemu’r- Rical, c.16, 10566, s.9.

[13] Misbahu’z- Zair, s. 441.

[14] Zadu’l Mead, Allame Meclisi, s. 491.

[15] Kemaleddin, Sudeyr’in İmam Sadık’tan (as) İmam- Zaman’la ilgili naklettiği münâcât.

[16] Muntehabu’l Eser, bab 3, fasıl 10, h.4, s.140. İmam Rıza (as) İmam Mehdi’nin adı zikredildiğinde elini başına koymanın sebebini açıklarken itaatkar kul efendisini görünce böyle yapar diye buyuruyor. İmam Rıza’nın (as) kendisi de adeta onu görüyormuşçasına bunu yapıyordu. Elbette bununla ilgili olarak Şiilerin bu tür konularda eğitilmesinin irade edildiği şeklindeki izahlar yerinde gözüküyor.           

[17] Bakara: 257.